
Kimlik Siyaseti ve İndirgemecilik Üzerine
- Enes Kerim Şafak
- gönderildi EğitimKültürTarihYaşam
- 12
Merhabalar.
Eski çağlarda hüküm sürmüş iktidarları bilmem ama, günümüz modern çağın iktidarlarına bakınca gözlemlediğim bir durum var: Kimlik siyasetinin ve indirgemeciliğin çok yaygın olması. Bu durum belki de -bence- bir devletin başına gelebilecek en vahim, en felaket, en utanç verici, en kışkırtıcı ve en ırkçı şeydir. Gelin bu fikri temellendirmek için kimlik siyaseti ve indirgemeciliğin ne olduğuna bakalım; sonrasında ise makro ve mikro ölçekte bu tutumların nasıl uygulandığını inceleyelim.
Not: Bu yazı gündem siyaseti yazısı değildir. Tabii ki isteyen bu yazıdan günümüz Türkiye’sine ilişkin de çıkarımlar yapabilir fakat benim asıl amacım bu yazıyı okuyan bütün modern dünya vatandaşlarının -milliyet fark etmeksizin- anlamlar çıkarması, bu yazının onlara fayda vermesidir.
Kimlik Siyaseti ve İndirgemecilik
Kimlik Siyaseti, adı üstünde, “kimlikler” üzerine kurulmuş bir siyaseti ve politikayı ifade eder. Kimlikler ise bireylerden bağımsız olan, toplulukları temsil eden ifadelerdir. Galatasaraylı, Müslüman, ateist, batılı, Kürt, Türk, misyoner ve daha fazlası… Tüm bunlar birer kimliktir, bu da beraberinde kimliklerin aslında birer “etiket” özelliği üstlendiklerini de açığa çıkarır. Ancak gel gör ki insanların fikirleri, tutumları ve eserleri birkaç etikete sığamayacak kadar değerlidir, geniştir ve niteliklidir. Öyleyse buradan da şöyle bir sonuç çıkar: İnsanları etiketlemek onlar üzerinde aynı zamanda “indirgemecilik” yapmaktır. Peki tüm bunların konumuzla ilişkisi ne? Bu soruyu iki farklı alanda cevaplamanın uygun olduğunu düşünüyorum, ilk olarak mikro ölçek (bireyler) kapsamında cevaplayalım.
Mikro Ölçekte (Bireylerde) Görülen Kimlik Siyaseti
Bireylerin kendi arasında siyaset konuştuğunu varsayalım: A kişisi B kişisine karşı fikirlerini paylaşır. Ancak ne yazık ki B kişisi bu fikirlere karşı fikir üretemez, nitekim çıkmaza girdiği her halinden bellidir. Böylesine vahim bir durumla (!) karşılaşan B kişisi şöyle davranmaktan kendini alıkoyamaz: A kişisine karşı “Sen zaten o’cusun, bu’cusun, zaten sizin gibiler hep böyle, sen onlardansan sen de busun” gibi sözler söyler, eski yazımdan hatırlayacağınız üzere (buraya tıklayarak ulaşabilirsiniz) aslında bu söylemler basbayağı Ad Hominem safsatasının basit bir tezahürüdür. Şimdi ise tekrar bu söylemlerin mantıksal incelemesini yapmayacağız; toplumsal bir bakış açısından bakarak bu gibi söylemlerin ne tür sonuçlar doğurduğunu inceleyeceğiz.
Örneğimize geri dönelim, B kişisi burada aslında ne yapmış oldu? A kişisinin fikirlerine cevap vermek istedi fakat bunu fikirler üzerinden değil, A kişisinin kişiliği üzerinden yaptı. Böylelikle A kişisinin değerli fikirlerini de genelledi (aynı zamanda indirgedi, çünkü genellemek neredeyse her zaman için indirgemeciliği doğurur), onu ötekileştirdi ve kimlikler arasındaki farkın açılmasına biraz daha katkı sağladı. A kişisi eğer sağduyulu ise B kişisinin yaptığı bu saçma işi anlayıp pek dert etmez, üstelik yaptığı bu saçmalığı açıklamaya da çalışır; fakat muhtemelen A kişisi de karşılaştığı bu söylemlerden sonra kendi kimliğindeki insanlarla beraber konsolide olacak ve B kişisinin kimliğine bir adım daha uzaklaşacaktır. İşte zurnanın zırt dediği yer!
Yani insanlar arasında görülen bu tutum tamamen sığ düşünceler denizinde boğulmamıza, ötekileştirilmemize ve ayrılmamıza neden oluyor. Sakin sakin konuşmak yerine konuşmalarımız alevli oluyor, belki de sadece seçtiğimiz kimliklerden değil fakat seçemediğimiz kimliklerden dolayı da fikrimiz dinlenmeksizin yargılanır hale geliyoruz (kadın, erkek, Türk, Kürt, Amerikan). Sonra neden hala bazı insanlar ırkçı…
Evet, şimdi sıra en kötüsünü incelemekte: Makro ölçekte (devletler/hükümetler bazında) görülen kimlik siyaseti.
Makro Ölçekte (Devletler ve Hükümetlerde) Görülen Kimlik Siyaseti
Fark ettiyseniz mikro ölçekte (bireylerde) görülen kimlik siyasetinin temel nedeni “yetkinlik”tir. Sahiden de B kişisi A kişisinin fikirlerine karşı fikir üretecek yahut söyleyecek “yetkinlikte” olmadığı için kimlik siyasetinin arkasına sığınarak indirgemecilik yapmıştır. Ancak iş makro ölçeğe geldiğinde durum biraz daha karmaşıklaşıyor diyebiliriz. Çünkü makro ölçekteki devletlerde, hükümetlerde yahut siyasi oluşumlarda görülen kimlik siyaseti tutumunun temel nedeni “yetkinlikten” ziyade “kolaya kaçmaktır” (fakat bazı durumlarda yetkinlik de görülebilir). Nasıl mı? Kısaca açıklayalım:
Devlet, iktidar yahut hükümet “güç” demektir; bu tür organlar bir ülkenin gücünü ellerinde tutan oluşumlardır. Güç de beraberinde -çoğu zaman- yetkinliği getirir; ancak bu tür organlar yine de kimlik siyasetinin arkasına sığınabilirler. Çünkü bu “çok kolay” ve “aşırı basit” bir politikadır; bu tür organlar kendilerine muhalif yapılara, kişilere yahut kurumlara ayrıntılı cevaplar sunmak yerine kimlik siyaseti yaparak çok daha rahat başarı sağlayabilirler. Üstelik kendilerini destekleyen toplumun bir kısmında da bu kimlik siyasetini benimseyen insanlar varsa çok daha başarılı olurlar; nitekim kendilerini destekleyen insanlar da muhaliflere karşı ayrıntılı cevaplar verilmesini elzem bir mevzu olarak görmemektedir.
Sadece kolaya kaçmak değil ki…
Evet, sadece bundan ibaret olsaydı yine güzel olurdu. Fakat bu kimlik siyaseti tutumunun arkasında başka birçok neden daha vardır, en önemlilerinden birisi ise zannımca şudur: Kimlik siyaseti sayesinde devletler/hükümetler/iktidarlar halkın nezdinde ortak bir düşman yaratabilirler; ardından kendilerine karşı olan bütün muhalif insanları “indirgeyerek” bu “düşman kimliğe” dahil edebilirler. Böylece bütün düşmanlarını alt etmiş olurlar. İşte bu durum indirgemeciliğin tavan yaptığı andır. Açık açık örnekler vermeyi gerekli görmüyorum, günümüzün devletlerine bakarak siz de bu durumu rahatlıkla görebilirsiniz (Üstelik bu yazı günümüzle ilgili bir yazı olsa da tarihe de bakabilirsiniz, örnek olarak: Nazi Almanyası’ndaki “Yahudi” düşmanlığı).
Peki Ya Bütün Ölçeklerde Genel Tutum Böyleyse?
O zaman yandık demektir. Mikro ve makro ölçekteki kişilerin ekseriyetine sirayet etmiş bir kimlik siyaseti çok kötü sonuçlar doğurur; bunları genel olarak şöyle sıralayabiliriz:
- Artık fikirler tartışılmaz; nitekim kimlikler üzerine kurulmuş bir siyasette kimliklerden bağımsız fikirler düşünülemez (!).
- Toplum ayrıştırılır; bu da beraberinde insanlar arasındaki husumeti arttırır ve hatta bu husumet (çoğu zaman da boş hamaset) zamanla toplum içerisinde patlak verecek bir “iç savaş”a gidebilecek potansiyele ulaşır.
- İndirgemecilik had safhaya ulaşır; öyle ki sadece siyasi konularda değil, sanatta, bilimde, kültürde ve edebiyatta dahi kimlik siyasetinin sonuçları görülür ve değerli başarılar, eserler ve işler tek tek değersizleşir, indirgenir.
- İnsanlar arasında çok ama çok saçma sözler söylenmeye başlanır. Eğer şu gibi lafları çevremizde duyuyorsak gerçekten biraz düşünüp sorgulamamız gerekir:
“Ne olursa olsun onu yapmayacağım/yapacağım.”
“İnadına x, inadına y”
“Böyle şeyler olsa dahi yine de düşüncem değişmez.”
“Düşüncemin değişmesi imkansız.”
- Bazı insanlar -bilhassa siyasetin içindeyseler- ağızlarında kuş tutsalar dahi toplumun çoğunluğu tarafından benimsenmeyebilirler ve hatta nefrete maruz kalabilirler.
- Bağnazlık, ırkçılık ve zulüm gibi kötü şeyler yaygınlaşırken kritik düşünme, eşitlik, fikir ve adalet gibi iyi şeyler gitgide söner.
- Kimlik siyaseti bir “devlet” tarafından benimsenmişse bu çok kötü bir durumdur, çünkü uzun bir süre boyunca aynı siyaset izlenirse toplum içerisinde derin yaralar açılır (bir kısım insanın bizzat devlet tarafından uzun yıllar boyunca ötekileştirildiğini düşünün).
- Fakat yine aynı kimlik siyaseti bir “hükümet” tarafından benimsenmişse bu da tıpkı “devletin” benimsediği durumda olduğu gibi çok kötü sonuçlara yol açar; eğer bu durumda hükümetin izlediği bu siyaset halkın geniş kitleleri tarafından da desteklenirse “hükümet” kavramı “devlet” kavramı ile özdeşleşir, bu durumda ise “parti siyaseti” “devletin siyasetini” temsil eder. Şüphesiz ki “gelip geçici partilerin ve hükümetlerin” siyasetlerinden bağımsız “devlet politikalarının” olması bir devlet için pek zaruri bir şeydir; bunun eksikliğinde ise o devletin ne derece devlet olduğu muğlak bir durum haline gelir.
Bu maddeler daha da uzatılabilir…
Biz Ne Yapmalıyız?
Görülen o ki bir ülke içerisindeki çoğu kötü şeyin müsebbibi bu “kimlik siyaseti” sorunudur; kendisini hiç belli etmese de oldukça yıkıcı, kapsayıcı ve büyük bir güce sahip. İster makro ölçekteki bir birey, ister mikro ölçekteki bir birey olalım, fark etmez. Bizler bu sinsi felaketi fark edip ilk başta kendimizi sonra çevremizi bilinçlendirmemiz lazım. Kimlik siyasetini reddetmemiz lazım; “kimlikler” üzerine temellendirilmiş bir tartışmadansa her zaman için “fikirler” üzerine temellendirilmiş bir tartışmayı tercih etmemiz lazım. Bir birey olarak kendimizi geliştirmemiz gerekir ki kimliklerin arkasına saklanma ihtiyacı hissetmeyelim. Evet, bir durup düşünecek olursak durum gerçekten de bundan ibarettir: Genellikle bir birey olamamış insanlar kendilerini bir çatı altına sokma ihtiyacı hissederler; bir topluluğun içerisinde güçlü gözüktüklerinden bir “birey” oldukları zannına kapılırlar. Bizler bunun da bilincinde olmamız lazım; başkaları üzerinde indirgemecilik yapmamayı öğrenmek kolay fakat kendi üzerimizde indirgemecilik yapmaya ne demeli?
Neredeyse her şeyi özetlemenin yolunu bu resimde saklı görüyorum: Biz insanlar bu resimdeki mandallara benziyoruz; evet renklerimiz farklı fakat nihayetinde hepimiz birer mandalız, üstelik aynı ipe asılmış mandallarız…
Her türlü fikrin sakince konuşulduğu, kimlik siyasetinin yapılmadığı, kendimizi “-izm’lerin” sıfatlarıyla indirgemediğimiz, aynı şekilde başkalarına da bu çerçevede yaklaşarak onlar üzerinde indirgemecilik yapmadığımız, açık fikirli olduğumuz ve en önemlisi de nefret tohumlarının ekilmediği bir dünyada yaşamamız dileğiyle, sağlıcakla kalınız.
Paylaş
Yazar hakkında
Yaklaşık 2 senedir Defter Arkası'nda yazılar yazıyorum. Genellikle deneme ve öykü yazarım; fakat ara sıra bilimsel yazılar da yazıyorum. Bir süredir sosyal bilimler üzerine yoğunlaştığımdan dolayı, yazılarım da bu doğrultuda olmaya başladı. Eğitimime Haydarpaşa Lisesi'nde devam ediyorum.
Siyaset dediğimiz kavram insanları birbirine düşürmek için bir tuzak benim gözümde. İnsanın bir temel ihtiyacı olan “aidiyet” duygusu siyasetle bütünleştiriliyor ve her birey kendini bir düşünce yapısına/partiye uygun görme çabasına giriyor. Oysa “olan” siyaset “olması gereken” siyaset değil. İnsanlar arasındaki kin duygusunu alevlendiren siyaset olan siyaset. Olması gerekense “akıl akıldan üstündür hesabı” istişare ederek ortak bir emel çerçevesinde hareket eden bireylerden oluşan siyaset. Ne yazık ki bir olamıyoruz. Takım tutar gibi parti tutuyoruz. Maç izler gibi seçim sonuçları izliyoruz. Seçim zamanı kardeşlerin, akrabaların, yakın arkadaşların, komşuların arası kızışıyor. Peki neden? Kendimize bir takım(!) seçip bir yere ait olunca-o yerin tüm düşünceleri, duyguları bizim de düşüncemiz olunca- arkadaşımıza, komşumuza, kardeşimize sırtımızı dönünce elimize ne geçiyor? Hiç… Olduğumuz yerde sayıyoruz, belki de ters sandığımız otobüs koltuğu değil ters olan.
İnsanlara hakikaten farkındalık aşılanması gereken bir meseleye değinmişsin. Verdiğin örnekler, özellikle de mandal örneği, çok başarılı. Ben de şu şekilde ifade ediyorum: “Belki bir ülkenin tüm vatandaşları aynı renge boyanamaz ama aynı gökkuşağına dahil olabilir.”
Tebrik ederim.
Amacına ulaşıp bu konuda farkındalığa muhtaç olan birçok insanın aynanın karşısına geçip kendisini sorgulamasına vesile olman dileğiyle.
Çok teşekkür ediyorum Neslihan 🙂
Siyasetle ilgili söylemlerine kesinlikle katılıyorum; “aidiyet” duygusunu ve “istişare” kavramına değinmen bilhassa çok etkileyici ve güzeldi.
Takım tutma ile benzeştirmen ve bunu açıklaman da bir harikaydı doğrusu, bu dediklerin de “maalesef” doğruydu…
Umarım zerrece bir farkındalık oluşturabilirim; umarım tüm insanlar ya bu yazı dolayısıyla ya da başka bir vesileyle benden bin kat daha bilinçli olurlar bu konuda.
Günümüzde kimlik siyasetini eğitim ve gelir seviyesi farklı toplumlarda görebiliyoruz. Burada amaç toplumun geneline ulaşmak yerine ayrıştırarak safları sıkılaştırmak ve siyaseti bu zemin üzerinden devam ettirerek yeniden seçilme potansiyelini korumak olarak görünüyor. Kimlikler arkasına sığınarak takım tutuculukla hareket eden topluluklar yaratılması yerine bireysel düşünebilme bilincinin devam ettirilmesi gerekir. Bunun için de en önemli konu ulaştığımız enformasyon çağında haber alma ve düşünceleri paylaşabilmek serbestisinin devamının sağlanmasıdır diye düşünüyorum.
Yazıyı konuya yaklaşımı açısından iyi odaklanmış bir yazı olarak gördüm. Başarılarının devamını dilerim.
Güzel bir noktaya değinmişsiniz, kutlarım: İktidarlar -ülke farketmeksizin- toplumu ayrıştırmaktan, kin ve nefret duygularını körüklemekten beslenebiliyorlar, maalesef.
Evet, takım tutuculuk yerine bireysel düşüncelerin ön plana çıkması için yapılması gereken en önemli iş haber ve düşünce özgürlüğünün sağlanması gibi duruyor.
Çok teşekkür ediyorum Selva Hanım, değerli iltifatlarınız ve görüşleriniz için 🙂