
Nükleer Silahların Paradoksu
- Enes Kerim Şafak
- gönderildi BilimYaşam
- 14
Merhabalar.
Tarih boyunca uluslararası ilişkiler hep değişik biçimlerde süregelmiştir: Ajanlar, elçiler, diplomatlar, hediyeler, antlaşmalar, konferanslar, savaşlar (hatta asimetrik olanlar), deklarasyonlar… Sürekli yenilenen -ve belki de “yinelenen (!)”- kültür ve teknoloji sayesinde uluslararası ilişkiler literatürü de her zaman değişmiştir; bazı kavramlar hayatımızdan çıkmış, bazıları yeni eklenmiş. Ben de bu yazıda pek bilinmeyen -ama bir o kadar da ilginç- bir kavramdan bahsedeceğim: “Nükleer Silahların Paradoksu”
Bir örnekle başlayalım. İki tane ülke olduğunu varsayalım: A ve B ülkeleri. 3 tane bölge türü var: A ülkesine bağlı bölge, A ile B ülkesinin arasında (aynı zamanda dışında) kalmış bölge, B ülkesine bağlı bölge. Her iki ülkenin de yayılmacı bir politika izlediğini düşünelim. Bu ülkeleri savaştıracağız, bakalım neler olacak!
Görüntü bu videodan alınmıştır.
İki ülkede de nükleer silahın bulunmadığı durumda:
A ülkesinin ordu gücünün B ülkesine nazaran daha güçlü olduğunu varsayalım. Savaş başladıktan bir süre sonra B ülkesinin ordusu imha olacaktır; bu kapsamda A ülkesi arada kalmış bölgeyi almakla yetinmeyip, B ülkesinin topraklarını da işgal edecektir. Sonuç: A ülkesi tüm bölgeleri ele geçirir.
Peki ya B ülkesi nükleer silaha sahip olursa?
Sadece B ülkesi nükleer silaha sahipse:
A ülkesinin ordu gücü (nükleer silahları saymıyoruz tabii ki) B ülkesine nazaran hâlâ daha güçlü. Dolayısıyla, savaş başlayınca A ülkesi aradaki toprakları yine ele geçirir (B ülkesinin henüz nükleer silah ateşlemediğini varsayıyoruz, diğer türlü B ülkesi baştan galip gelir).
Şimdi A ülkesinin önünde iki seçenek var; işgale devam edip B ülkesinin topraklarına girmeli mi yoksa kendisine limit koyup işgali durdurmalı mı? Burada rahatlıkla A ülkesinin saldırısına limit koyacağını söyleyebiliriz. Çünkü A ülkesi çok iyi bilir ki, B ülkesine göre tüm topraklar aynı değerde değildir; kendi toprakları diğer topraklara nazaran daha değerlidir (bu durum A ülkesi ve tarihteki diğer tüm ülkeler için de geçerlidir). Bundan dolayıdır ki A ülkesi büyük hasar almaktan sakınır.
İsterseniz örneği daha da karmaşıklaştırmaya başlayalım…
Peki ya, her iki ülke de nükleer silahlara sahip olursa?
Her iki ülkenin de nükleer silahlara sahip olduğu durumda:
Bu durumda -şüphesizdir ki- bir tedirginlik, bir endişe ortaya çıkacaktır. İki ülke de gayet iyi bilmektedir ki, nükleer silahların tahrip ve hasar gücü fevkalade yüksektir. Bu nedenle, iki ülke birinci örnekte olduğu gibi (ortalıkta nükleer silahın bulunmadığı durumda) rahat hareket edemeyecektir. Tam tersine, her manevrasını gayet ince düşünmesi gerekecek, aşırıya (büyük çatışmalara) girmekten kaçınacaktır.
The Stability-Instability Paradox
Bu örnekten yola çıkarak şöyle bir varsayımı gayet yapabiliriz: İki ülke arasında nükleer silahların sayısı arttıkça potansiyel tahrip gücü artar fakat aynı zamanda büyük çatışmaların yaşanma olasılığı azalır. Ayrıyeten -buna bağlı olarak- küçük çatışmaların da yaşanma olasılığı artar. Bu kavram literatüre “The Stability-Instability Paradox” olarak geçmiş.
Şimdi biraz daha derine inelim; beraberinde ise “Proxy Warfare” gibi kavramları da inceleyelim. Üstelik teorik olarak anlattıklarımıza bir ispat sunalım, tarihten yararlanalım!
Tarihte Nükleer Silahların Paradoksu
Tarihte bu paradoksu gördüğümüz belki de en önemli örnek -şüphesizdir ki- Soğuk Savaştır (bu yazıyı okuyabildiğinize göre). Soğuk Savaş, İkinci Dünya Savaşının ardından Amerika Birleşik Devletleri ile Sovyet Rusya arasında geçen, indirekt bir savaştır. Yani bu devletler birbirleriyle hiçbir zaman sıcak çatışmaya girmediler; tam aksine başka savaşlar ve çatışmalar üzerinden birbirlerine üstünlük sağlamaya çalıştılar (Proxy Warfare kavramı). Çünkü gelişen teknoloji sayesinde (kıtalararası balistik füzeler vs.) nükleer silahların gücü o kadar arttı ki, bu iki devletin savaşması durumunda dünyanın sonu gelebilirdi. Bu durum literatüre “Mutual Assured Destruction” olarak geçmiştir; iki devletin savaşması durumunda karşılıklı yok olma, kesin yıkım.
Nikaragua İç Savaşı, Kore Savaşı, Suriye İç Savaşı, Yunan İç Savaşı… Bunlar “Proxy Warfare” kavramına verilecek örneklerden sadece birkaçı. Bu gibi savaşlarda süper güçler birbirleriyle direkt savaşmaktan ziyade, hâlihazırda çatışan grupları ve orduları destekleyerek, onları besleyerek birbirlerine üstünlük kurmaya çalıştılar. Bu savaş tipi günümüzde de etkisini arttırarak devam ediyor.
Bu paradoksun görüldüğü bir diğer örnek ise Pakistan-Hindistan ilişkileridir; nitekim bu iki devlet arasında nükleer silahlar sayesinde barış ortamı oluşturulabilmiştir.
O hâlde nükleer silahlardan korkmamamız gerekir?
Bu konuda görüş ayrılığı vardır; ben korkmamız gerektiğini düşünenlerdenim.
Bana kalırsa, nükleer silahlar dünyamız için hâlâ büyük bir tehlike teşkil ediyor. Ben bu görüşümü iki unsura temellendiriyorum (okuduğum yazılarda da bu ikisinden bahsedilir genelde):
Rasyonellik ve Terörizm.
Rasyonellik neden problem olsun ki?
Soruya soruyla cevap verelim; rasyonellik nedir? Biz devletlerin “rasyonel” düşüneceğini varsayarak nükleer silahların bir problem olmayacağını düşünürüz ancak unuttuğumuz çok önemli bir detay vardır. Kimi devletler rasyonel düşünerek de nükleer silah kullanabilirler. En basit örnek şudur (zannımca): Ölümden sonra bir hayatın olduğuna inanan bir devlet mekanizması emelleri uğruna nükleer silahları kullanmaktan çekinmeyecektir. Öyle ya, öteki hayatta elde edeceği kazanca bakınca bu dünyanın ne değeri kalır?
Peki ya terörizm?
Devletler sabit ve kararlı yapılardır, terör örgütlerine nazaran. Düşünsenize, bir terör örgütünün eline nükleer silah geçse devletler gibi mi davranır gerçekten? Terör örgütlerinin kullanacağı nükleer silahtan kimi sorumlu tutacağız, herkes zaten örgütü düşman olarak tanımlamış? Üstelik unutulmamalıdır ki, terör örgütleri adı altında başka devletler sinsi emellerini gerçekleştirmek istiyor da olabilir (anlayacağınız yine Proxy Warfare!).
Maalesef sorun sadece bu ikisi de değil. Dünya birçok zaman nükleer savaşın eşiğinden döndü (Küba Füze Krizi vs.). Devletler arasındaki iletişimde karşılaşılacak olan en ufak bir problem yahut yanlış anlaşılma çok kötü sonuçlar doğurabilir. Bu alanda her geçen gün daha güvenli sistemler geliştirsek de -sonuç itibariyle- insanoğlu bu, ne yapacağı belli olmaz!
Umarım ki bu paradoksu biraz da olsa anlatabilmişimdir; ve yine umarım ki dünyamız nükleer silahların gölgesi altında (!) barış içinde yaşamaya devam eder (aksi mümkün olmayacak gibi maalesef).
Yazımda naçizane görüşlerim mevcut, katılmıyorsanız yorumlarda belirtiniz lütfen.
Barışın hüküm sürmesi dileğiyle; sağlıcakla kalın.
Görsel: The Castle Bravo nükleer testi; Amerika Birleşik Devletleri tarihinin patlatılmış en güçlü termonükleer bombası.
Kaynaklar ve İleri Okuma
The Role of Nuclear Weapons in International Politics: A Strategic Perspective
https://newint.org/features/2008/06/01/nuclear-weapons-history
Paylaş
Yazar hakkında
Yaklaşık 2 senedir Defter Arkası'nda yazılar yazıyorum. Genellikle deneme ve öykü yazarım; fakat ara sıra bilimsel yazılar da yazıyorum. Bir süredir sosyal bilimler üzerine yoğunlaştığımdan dolayı, yazılarım da bu doğrultuda olmaya başladı. Eğitimime Haydarpaşa Lisesi'nde devam ediyorum.
Yazınız için teşekkürler. Tam bir dünya vatandaşının bakış açısı ile ele almışsınız meseleyi, hatta türkçe yazmanıza şaşırdım. Böyle çağımızın dertlerini ve kavramlarını neden yerel bir dille ifade ettiniz hayret… Hâlbuki bu yerel dile ait insanların konuya ilişkin hiçbir yanları da yok, sizin de yazınızda değinmediğiniz gibi…
Özellikle nükleer silahların hiç çekinipmeden kullanılabileceği durumdaki yorumunuza bayıldım, haklısınız efendim; bu görüşteki insanlar dünyayı hep yıkmak isterler…
Aynı şekildeki yazılarınızı hararetle bekliyorum, teşekkürler…
Her zamanki gibi zevkle okudum. Teknik olarak karmaşık bir konuya kendi kişisel bakış açınız ile değinmişsiniz. Amerika’nın diğer bir nükleer güç sahibi Kuzey Kore ile görüşmeye hazırlandığı şu günlerde konu çok güncel, hem uzak hem de yakın. Yazılarınızın devamını bekliyoruz.
Çok teşekkür ediyorum Murat Kemâl Bey! Esasen ben hiçbir kesimi/grubu hedef göstermemek istemiştim -yanlış anlaşılmasın-, teorik olarak konuşmak istedim sadece. Hedef göstermeyi sevmem, yazılarımı da hep bu çerçevede yazmak istemişimdir (rasyonelliiği yazarken aklımda bazı devletlerin/örgütlerin bulunmasına rağmen). Dolayısıyla bu konu hakkındaki yorumunuza bir şey diyemeyeceğim, sizlerin yüksek fikirlerine kalmış.
Umuyorum ki iltifatlarınıza layık bir yazı yazabilmişimdir… Tüm eleştirileriniz ve yorumlarınız için sağ olun, gerçekten beni çok bahtiyar ettiniz! 🙂
Sağlıcakla kalınız efendim, yeni yazılarda görüşmek dileğiyle…
Teşekkürlerimi sunuyorum Selva Hanım, çok mutlu oldum! Neredeyse bütün yazılarımda kişisel görüşlerimi sunmaya çalışıyorum, artık bir prensip meselesi hâline geldi bu durum benim içim.
“Hem uzak hem de yakın” ifadenize bayıldım! Derler ki, okurlar çoğu zaman yazardan daha iyi özetler/tahlil eder yazıyı; sanıyorum ki sizin bu ifadeniz bu görüşün en büyük kanıtıdır, tezahürüdür.
Esenle kalınız, yeni yazılarda görüşmek dileğiyle…
Çok akıcı ve bilgilendirici olmuş. Bu siteyi normalde ilgimin olmadığı konularla ilgili yazıları okutturabilmesi açısından çok seviyorum. Büyük ihtimalle yazanların genç olması kaynaklı olayın en temel kısımlarıyla özetleyen, kafa karıştırmayan yazılar var ve bu yazı da en iyi örneklerden biri. Konu hakkında çok yorum yapamayacağım ama yazının sadeliğini gerçekten çok sevdim.
Yazılarımıza yönelttiğiniz iltifatlarınız için bütün arkadaşlarım adına teşekkür ediyorum! Gerçekten anlaşılır ve basit olmuşsa ne mutlu bana 🙂
Sonraki yazılarda buluşmak dileğiyle, sağlıcakla kalınız…
Geri Dönüşler: Konferans: Yapay Zeka - BilimX