
Osmanlı Tipi Bir Alim: Halûk Dursun
- Enes Kerim Şafak
- gönderildi DenemeKültürYaşam
- 7
(Halûk Hoca ile sadece ikimizin bulunduğu güzel bir fotoğraf vardı, üzerimizde takım elbiseleri… Ne yaptıysam bulamadım maalesef.)
Not: Bu yazı esasen Tohum Dergisi’nin 164. Sayısı için yazıldı. Daha fazla kişiye ulaştırabilmek için burada da paylaşayım dedim. https://twitter.com/TohumDergi/status/1214491052599652353
Bugün itibariyle Defter Arkası’ndaki yazarlık vaktim doldu 🙂 Yetiştiremedim: Yazın inşallah genel itibariyle Defter Arkası’nın süreci benim açımdan nasıldı, bana ne kattı gibi konulara değinen bir veda yazısı paylaşacağım. Yazmaya inşallah devam edeceğim. Başka yerlerde yazılarım yayımlanmaya devam ederse, veda yazımda zaten bunu size iletirim.
Not 2: Halûk Hocaya tekrardan Allah’tan rahmet diliyorum… Pek çok yerde onun adına düzenlenen programlar yapıldı. Belki bazılarınız “gerçekten de anlatıldığı kadar mıydı?” gibisinden düşünebilir pekala. Evet, gerçekten de anlatıldığı kadar var; ve hatta fazlası. Hoca ile vakit geçirdiğim süre boyunca bana bile birçok ufuk kattıysa ve hayatıma dokunduysa; kim bilir uzun yıllar boyunca muhabbet beslediği dostlarının hayatlarına ne dokunuşlar yapmıştır. Sizlere tavsiyem hocanın yazılarını okumanız. Facebook’ta bulabilirsiniz.
Not 3: Bu yazının yayımlanmasına vesile olan İstanbul Erkek Lisesi Müdürü kıymetli Fatih Güldal Hocama da teşekkürlerimi borç bilirim.
Anadolu Tarih ve Kültür Birliği Buluşmalarının katıldığım ilk programına gitmek için İstanbul’da Haydarpaşa Lisesi’ni temsilen 4 kişi olarak havalimanına geçmekteydik: Müdür, tarih hocamız, Yavuz ve ben. Birden Müdür Ömer Faruk Araz Hocamız bize dönerek: “Halûk Hoca Osmanlı tipi bir alimdir; öğrencisini alır, onu uzun yıllar yetiştirir. Çok değerli bir hocamızdır, hocamızdan muhakkak istifade edin.” dedi.
O zaman şüpheyle yaklaşmıştım, içimden “İnşallah öyledir.” diyordum…
Ne zaman ki Mardin’e gittik, program başladı ve Halûk Hoca konuştu; işte o zaman bu sözün bir hakikat olduğunu fark ettim ve artık bu vakitten sonra defaatle fark edecektim.
Nasıl fark etmeyecektim ki! İnsanoğlu kişiliğini konuşmasından çok rahat belli ediyor zannımca. Halûk Hocayı bir kez olsun dinleme fırsatı bulanlar da iyi bilirler ki; o, konuşmaya başlar başlamaz hocanın kişiliğindeki ilmi, ahlakı ve samimiyeti fark edersiniz hemen. Nitekim Mardin’de de öyle oldu. Tüm bunların yanında samimi dostları olduğunu da öğrenmeye başladım o programda: Mesela bizlere epey Mustafa Kutlu’dan bahsetmişti, dostuydu.
Bu programlar farklı şehirlerde devam etti; dolayısıyla hocaya karşı olan hayranlığım gittikçe artıyordu. Ancak bunun zirve noktası, şüphesiz ki bizlere (yaklaşık 30 öğrenciye) yapmış olduğu Topkapı Sarayı gezisidir. Bilirsiniz, Hoca eskiden İlber Ortaylı’dan Topkapı Sarayı Müze Başkanlığını devralmıştı; dolayısıyla müzeye dair derin bir muhtevaya sahipti. Bu gezi birkaç saat sürmüştü, bizlere sarayı gezdirerek ve göstererek anlatıyordu. Aman Allah’ım! O konuştukça öylesine coşuyordum ki: Bir taraftan hızlı hızlı not almaya çalışırken, diğer taraftan sözlerini hıfzetmeye çalışırcasına dinliyordum. Gezinin sonunda Topkapı Sarayı’nda bulmamız için bazı noktaları ve ağaçları ödev olarak da vermişti; nitekim ağaçlara ve genel olarak biz insanların “teferruat” (!) dediği şeylere çok ilgiliydi.
Halûk Hoca hakkında çok fazla yazıldı, çizildi. Tabii, çok büyük bir ilim, kültür ve devlet adamıydı. Fakat bunlardan daha da önemlisi (en önemlisi), ahlaklıydı, ahlaki dertleri vardı; ahlaki davaları vardı: Şüphesiz ki en büyük derdi bizdik, gençler.
Hayatı boyunca zaten bir şekilde insanlara dokunan ve onlara fayda sağlayan Halûk Hocamız Kültür ve Turizm Bakan Yardımcısı olduğunda, işte tam da bu “derdinden” dolayı Anadolu Tarih ve Kültür Birliği Buluşmaları adı altında bir proje başlatıyor. Amaç: Türkiye’nin her yerinden, bilhassa kaliteli ve köklü liselerde okuyan ve -Halûk Hocamızın deyimiyle- “gelecekte kültür dünyasının lideri olabilecek, kabiliyete hayiz gençleri” bir araya getirmek, Anadolu’yu gezdirmek ve öğretmek; Anadolu’da tarih ve kültür birliği sağlamaya çalışmak.
Tabii bu buluşmalar kapsamında pek çok program yapıldı. Programlar genel itibariyle çalıştay ve kültürel gezilerden oluşuyor. Alanında uzman çok değerli akademisyenler ve bürokratlar Ali Fuat Başgil’den ilham alınarak oluşturulmuş “Gençlerle Başbaşa” sloganının hakkını veriyorlar doğrusu, pek çok konuda ufkumuzu açtılar ve açıyorlar.
Esasen 13-15 Temmuz 2019 tarihlerinde yapılan Van programına katılacaktı Halûk Hocamız, fakat 40 küsür senelik dostu Mehmet Şevket Eygi’nin vefatıyla İstanbul’da kalıp cenazeye katıldı. Bir sonraki program ise Kars’tı; 30 Ağustos – 1 Eylül’de düzenlenecekti ve ne zamandır özlediğimiz Halûk Hocamıza kavuşacaktık… Ta ki tarihler 19 Ağustos’u gösterene dek. Maatteessüf hepimizin bildiği gibi Van’ın Erciş ilçesinde elim bir trafik kazası sonucu hocamızı kaybettik…
Van programından sonra Halûk Hoca bizlerden bir değerlendirme yazısı istemişti; hepimiz yazdık ve ilettik. İzninizle o yazının büyük bir kısmını buraya aynen aktarmak istiyorum:
“Merhabalar.
Esasen Van-Bitlis-Ahlat programında -her zamanki gibi- epey bilgi öğrendik: Coğrafya, tarih, sosyoloji, şahsiyetler ve bölge ile ilgili… Bu yazıda bu öğrendiğimiz bilgilerden uzun uzun bahsedilebilir pekala; fakat bahsetmeyeceğim. Peki neden? Çünkü bu yazı talimatı gelmeden önce Pazar günü halihazırda okumakta olduğunuz yazıyı yazma planlarım başlamıştı… Açıkçası bu yazıda Pazar günü beni çok etkileyen ve yazmak istediğim “iki mühim noktadan” bahsedeceğim…
Birinci Nokta
O gün Van Gölü’nün (Denizi’nin) etrafında dolaşırken ben de pek çok arkadaşımız gibi uçsuz bucaksız bozkırlara, dağlara ve denize bakıyordum. Arkadan ise o bölgenin kültürüne ait bazı müzikler çalıyordu. Bir süre sonra istemsizce şu soruyu düşündüm:
Neden bu bölgenin müzikleri hep “acıdır”, yanıktır; adeta insanın kalbinden fırlamıştır?
Tekrar o dağlara baktım… Evet, aklı başında insanlar birlikten kuvvet doğacağını biliyordu; aklı başında insanlar esas ayrımın dil, din, ırk gibi kavramlarda değil; ahlakta olduğunu, yani sadece iyi-kötü insan ayrımının olduğunu da biliyordu… Ama maalesef ki aklı başında olmayan insanlar da vardı! Türkiye’nin bugününe ve geçmişine yönelik tüm hatıralarım, okuduklarım ve öğrendiklerim aklıma bir bir gelmeye başladı… Nice öğretmenler, askerler ve insanlar şehit olmuştu; nice çocuklar yetim kalmıştı… O bölgenin insanlarından da nice genç evladımız kendilerini başka gruplara teslim etmiş ve çıktıkları yolda hayatını kaybetmişlerdi…
Tüm bu olayların maddi boyutunu düşünmemize hiç gerek yok; sadece bu açıdan baktığımızda bile insanın içi parçalanıyor! İşte bunları düşünürken tüm şiddetiyle şunu fark ettim ki: Türkiye ve Anadolu coğrafyası olarak çok büyük bir kazık yemişiz! Maatteessüf!
Umuyorum ki yaşadığımız kahredici acılar bir bir silinir ve acıların yerini sevgi alır…
İkinci Nokta
Kütüphane binasının içindeydik, oranın yerlisi bir genç söz aldı… Konuşmasından epey etkilendim ve arkama dönüp tiyatro hocasına ve öğrencilerine hayretle baktım.
Ortam dağıldı, otobüslerimize geçerken birkaç dakikacık da olsa tiyatro hocasıyla ve o gençlerle tanışma şerefine eriştim… O noktada şunu fark ettim:
O gençler ne kadar da coşkuluydu ve gözleri ne kadar da güzel ışıldıyordu!
Neden böyleydi?
En büyük nedeni -zannımca- sanattı. Evet, hakikaten de sanat insanı, ruhu ve hayatı güzelleştiriyordu; onlara estetik katıyordu. Hiçbir millet fark etmeksizin! Bunu düşündükten sonra ise sinirlendim: Çünkü genel olarak Türkiye’nin batısında yaşayan pek çok genci düşündüm. Onlar aklı sıra bu gençleri aşağılıyorlar… Ama ben kendilerinde bu gençlerde olan coşkuyu ve ışıldamayı göremiyorum! Soruyorum: O halde kim aşağılanmalı, kim yüceltilmeli?”
Halûk Hocanın başlattığı Anadolu Tarih ve Kültür Birliği Buluşmalarının istisnasız her programından hepimiz böyle duygu ve düşüncelerle ayrıldık. Sanıyorum ki ATKB’nin mahiyetini en net bu şekilde özetleyebilirim.
Benim dikkatinizi çekmek istediğim nokta ise: Fark ettiyseniz Halûk Hoca ile son iletişimimiz bir “yazı” vesilesiyle oldu. Ben de bu nedenle Halûk Hocaya seslenmek istiyorum: Merak etmeyin Halûk Hocam, biz son öğrencilerin olarak seninle olan iletişimimizi senin eserlerinle ve yazdıklarınla devam ettireceğiz.
Allah’tan Halûk Hocamıza ve Töre Ablamıza rahmet, değerli dostlarına sabırlar diliyorum.
Sağlıcakla kalın.
Birinci Meclis, ATKB Programından…
Paylaş
Yazar hakkında
Yaklaşık 2 senedir Defter Arkası'nda yazılar yazıyorum. Genellikle deneme ve öykü yazarım; fakat ara sıra bilimsel yazılar da yazıyorum. Bir süredir sosyal bilimler üzerine yoğunlaştığımdan dolayı, yazılarım da bu doğrultuda olmaya başladı. Eğitimime Haydarpaşa Lisesi'nde devam ediyorum.