
Arkama yaslanıyorum; dizlerimde ve başımda camdan bir engel, gözlerimde günün yorgunluğu, fikirlerimde ise bitmek bilmeyen yolun yansıması… Başka ne olabilirdi, tabii ki metrobüs bu! Merak etmeyin, ayaktaki insanlar en azından bir yerlere tutunuyorlar, metrobüs çok da dolu sayılmaz yani.
Camda ezilip düzleşmiş saçlarımla beraber, dışarıyı seyre dalıyorum. Her zamanki gibi, hantal bir şehir, gözlerimin önünde, geriye doğru akıp gidiyor. Birbirine yapışık binalar, her tarafta görülen taşıtlar, gri bir hava, yağmur… Klasik bir İstanbul telaşesi.
Gelecek durak anonsu yapılıyor. Yanımdaki insan, koltuğuna “veda” ediyor, onun için zor olsa gerek. İşte, onun yerine bir hanımefendi geliyor; uzun boylu, siyah paltolu, sarı saçlı, çıkık elmacık kemikli… Yüzündeki donuk ifadeyle, mahviyetle yanıma ilişiveriyor.
Aman, bu şehir de insanı ne yoruyor! İş, toplantılar, etkinlikler, aile… Tüm toplum bu sarmalın içinde kaybolmuş, oradan oraya koşuşturuyor. Ne yapmalı, ne yapmalı… Buldum! Çekip gitmek gerek buralardan, tek çözüm yolu bu. İyi de, kaçıncı telkinimdi bu kendime? Mazur görünüz, ama bu şehir beni adeta hapsetmiş, kaçamıyorum. İşte, yine binalara bakmaya devam ediyorum.
Binalara bakmayı bırakıyorum, insanları incelemeye koyuluyorum. Şu insanlara da bir bakın hele, hepsi nasıl da umutsuz ve kaygısız! Yanlarında birisi ölecek olsa, eminim ki sükûnetlerini hiç bozmayacaklar. Ben bunları -umutsuz bir hâlde- düşünürken ıslanmış insancıklar, metrobüse biniyor, aramıza katılıyor. Aralarından biri -bir çocuk- yanıma gelip uzatıyor mendilini, ücret istiyor belli ki. Kafamı salladıktan sonra düşünmeye devam ediyorum, toplumun bu hâlde olmasının sebebi nedir? Toplum olarak yegâne amacımız ne olmalı? Of, cevapsız bırakılan soruların ardı arkası kesilir mi hiç? Kesilmiyor elbet, kesilmeyecek de…
***
Yanımda oturmakta olan hanımefendi, ağlıyor! Usulca, için için ağlıyor hem de. Gözyaşları adeta kanayan kalbini ıslatıyor; ferahlatmaya çalışıyor. Soruyorum, “Hanımefendi, niçin ağlıyorsunuz? Size nasıl yardımcı olabilirim, isterseniz peçete verebilirim?” Teşekkür ediyor, ihtiyacı olmadığını -kısık bir sesle- dile getiriyor. Bir anlam veremiyorum olanlara, ne olmuştu ağlamaya sebep olabilecek? Bütün yolculuk “alışılagelmiş” olaylardan ibaret değil miydi oysa? Metrobüs durağa yaklaşıyor, hanımefendi kalkıyor. Tam çıkmadan önce, arkasına -bana doğru- bakıyor, -yüzünde zorlama bir gülümseme ile- teşekkür ediyor bana. Rica ediyorum, ancak içimdeki sıkıntı bitmiyor. İşte, hanımefendi gitti bile.
Bakıyorum metrobüse, insanların pek çoğu gitmiş, ayakta kimse yok. Boşluklara bakarken aklıma geliyor o çocuk, o da yok! Sonra anımsıyorum, hanımefendinin çocuğa madeni parayı uzatışını. O an, işte tam da o an kafama dank ediyor her şey.
Dehşete uğramış bir şekilde kalkıyorum yerimden, daha fazla oturamam burada. İniyorum yeni durakta sebepsizce. Yağmur ıslatırken beni, duruyorum sadece.
Ağlamıyorum.
Utanıyorum!
Yaklaşık 2 senedir Defter Arkası'nda yazılar yazıyorum. Genellikle deneme ve öykü yazarım; fakat ara sıra bilimsel yazılar da yazıyorum. Bir süredir sosyal bilimler üzerine yoğunlaştığımdan dolayı, yazılarım da bu doğrultuda olmaya başladı. Eğitimime Haydarpaşa Lisesi'nde devam ediyorum.
Merhaba Enes; yazını beğendim bence tek göze çarpan ama zamanla düzelebilecek bir eksiklik oda, tasvirden olaya geçişin çok hızlı biraz daha detay verebilir kurguyu uzatabilirsin nacizane 🙂 yazı yazmak cesarettir cesaretin daim olsun sevgiler..
Merhaba Ferhan abla, çok teşekkür ediyorum değerli yorumların için 🙂
İlk bölümün sonlarından bahsediyorsan, o kısmın bilhassa öyle olmasını istedim; karakterin doğası gereği o tür bir tasvirle pek meşgul olmayıp daha önce yaptığı işe devam etmesi gerekirdi (yani toplumsal sorunları kendince düşünmeye). Böylelikle karakterin o ıslanmış “insancıklarla” neredeyse hiç ilgilenmediği görüşü çıkıyor 🙂 Ama belki de dediğin gibi, bu geçişi biraz daha yumuşak ve okurun gözünde net yapabilirdim 🙂 Eğer başka yerlerden bahsediyorsan: Doğrudur, bunu düzeltmeye çalışacağım 🙂
Bana kalırsa bu hikaye tekrar okunulacak, tekrar tekrar düşünülecek, düşündükçe içinde kaybolunacak bir hikaye. Kısa ve öz… Her şeyi yazarın açıklamamasını, hikayenin okura bağlı oluşunu severim çünkü bu okur-yazar ilişkisini güçlendirir. Bu hikaye de öyle. Bazen çok net hikayeler okuyoruz, anlatılmak istenen fazla açık oluyor. Ya da öyle yazıyoruz… Durum böyle olunca detaylar kaçıyor. Küçük detaylar önemsiz hale gelmeye başlıyor. Oysa hayatımızdaki küçük(zamanla böyle algılanmaya başlanan) detaylar hakkında bir roman dahi yazılabilecek kadar derin olabiliyorlar. Bu küçük detaylar yakalandığı zaman, insanlarda derin farkındalıklar oluşuyor. Bu şekilde de amacına ulaşmış oluyorsun sanırım 🙂
Sürükleyici bir öykü olmuş. Geçişler, düşünce akışları; her biri ruh haliyle bütünleşmiş bence. Tebrik ederim ve hedefine giden yolda başarılar dilerim 🙂
Çok teşekkür ediyorum Neslihan, yazıma yönelttiğin iltifatların için 🙂
Bana kalırsa yazması en zor öykü şekli senin açıkladığın gibi olan, eğer yazımda bir parça bile bundan bulunuyorsa ne mutlu bana! Benim de yazarken en çok sevdiğim kısım son kısım oldu; karakterin içinde o olay olduktan sonra bile mendil uzatan çocuğa yönelik değil (ağlamak), kendisine yönelik bir duygu açığa çıkıyor (utanmak). Bu “utanma” duygusu başka duyguları tetikleyebilecek mi? Karakter sistemden sıyrıldı mı, sıyrılabilecek mi; yoksa buna dair bir ümit kalmadı mı? Okur, bu soruları öyküde tespit ettiği noktalara göre kendince cevaplayacak artık; kimilerine göre oldukça karamsar, kimilerine göre ümit verici bir yazı yazmak istedim 🙂
İyi dileklerin için ayrıca teşekkür ediyorum; ben de sana başarılar diliyorum 🙂
Elinize sağlık.
Teşekkürler Uğur 🙂
Bu seferki yazın diğerlerinden farklı öze dönük, kısa ama içten bir hikaye olmuş. Bana çocukluğumda okuduğum Türk yazarlarının günlük yaşamdan enstantaneler aktaran öykülerini hatırlattı bir de Istanbul’un melankolik kış akşam üstlerinde bir an önce eve dönebilme telaşını. Tebrik ederim.
Haha, o tür durum hikayelerini çağrıştıran türden bir öykü yazdıysam ne mutlu bana 🙂 Üstelik bu öykünün sizde uyandırdığı ikinci çağrışım da çok hoşuma gitti, belirtmem gerekiyor 🙂
Değerli yorumlarınız için çok teşekkür ediyorum Selva Hanım; ara ara böyle hikayeler yazmaya devam edeceğim umarım 🙂
Kahve eşliğinde bu hikayeyi ilk okuyuşumuzu hatırladım yeniden okuyunca…. Tasvirlerin oldukça başarılı ve ümit vaat ediyor. Duyguyu yaşama konusunda okuyucuyu özgür kılman da mükemmel olmuş bence. Geçişlerde sertlik var kimi zaman ama rahatsız edici değil. Kalemine sağlık…
Haha, ben de o ilk okuyuşumu hatırladım şimdi Hicran hocam, keyifli vakitlerdi 🙂
Eh, bir edebiyat öğretmeninden böyle yorumlar okumanın benim için ne kadar heyecan verici bir iş olduğunu tahmin ediyorsunuzdur; tüm yorumlarınız için çok teşekkürler! 🙂
Selam Enes, sanırım metroda beni de bu kadın gibi yakaladın ve gerçekten kötü bir gün geçiriyordum. Bana bir ayraç ile ”dokunduğun” için teşekkür ederim, içimde yaşamaya ve insanın öyküsüyle var olmasına dair bir şeyler hatırlattın. Öykü dilinin gelişmesi için daha çok öykücülerden öykü okumak ve daha çok öykü yazmak gerektiğini düşünüyorum. Bazen öyküde çok anlatmadan, verilmek isteneni göze sokmadan ama okuyucunun sezmesini sağlayacak şekilde bir şeyler bırakmak gerekir bence. Öykünün sonundaki kısımlarda sorduğun sorular insan oluşumuza dair önemli sorular olsa dahi bunları direkt sormadan okuyucunun daha etkin ve dahası bir özne gibi sormasını sağlasan belki daha iyi olurdu. Yazmaya ve aksatmadan okumaya devam et. Bu yorumu bir lise öğrencisi olduğunu göz ardı ederek yaptım, lütfen sert olduğumu düşünme. Hepimiz öykümüzle varız, öyküyle varolacağız. Hoşçakal.
Merhaba Nazlı abla,
Evet, duraklara bakabildikten birkaç saniye sonra, kısacık bir an için gülümsemenizden; ve ardından tekrar normal bakışa dönmenizden belliydi her şey; benim tarafımdan bakınca. Ama öyle ya, yine de samimiyet hissettim (ki esas olan samimiyettir) ve konuşuverdim 🙂
Ben epeydir insan keşfetmeyi, insanlara dokunmayı, onların da bana dokunmasını ve karşılıklı muhabbete dayanan samimiyeti çok seviyorum; ve tabii çok değer veriyorum. Herhalde sadece sizin cümleleriniz için bile yazmaya ve muhabbet etmeye hep devam edeceğim! Beni gerçekten çok mutlu ettiniz, tarifi zor; çok teşekkür ederim!
Öykü kavramı ve öyküm üzerine söyledikleriniz için teşekkürlerimi sunuyorum. Evet, başarabilsem gerçekten de daha güzel olurdu.
Neden sert olduğunuzu düşünecekmişim! Çok güzel ve doğru şeylerden bahsediyorsunuz… Okumaya, yazmaya ve hayat hikayelerimizi tanımaya hep devam edelim inşallah. Tüm her şey için teşekkür ediyor, hayat hikayenizin gönlünüzce geçmesini diliyorum 🙂 Sağlıcakla kalın.