
Daha altı yaşındaydı. Hayatın kazıklarından habersiz bir şekilde seke seke çıkıyordu apartmanın basamaklarını. Bu hissettiği ilk acıydı belki de. Kim bilir? Yaşının vermiş olduğu saflık yüzünden olayların farkında değildi. Hayat ona ilk kazığını atmıştı ve her geçen gün o kazığı çakmaya devam edecekti.
Odasına girdi. Beyaz peluş ayısını eline aldı. Yaşlı gözlerle elindeki oyuncağına bakıyordu. Bunları hak edecek ne yapmıştı ki? Hiçbir şey! Sadece yazılan oyunu oynuyordu. Baş rolün o olduğunun bilincinde bile değildi. Onu terk edenin peşinden koşarken düşmüştü, kırmıştı bileğini. Keşke o gün kırılan sadece bileği olsaydı. Onunla beraber gururu, özgüveni ve çocukluğun vermiş olduğu heyecan da kırılmıştı.
Ancak masumluğunu, duruluğunu kaybetmemişti. Alçıdaki bacağına bakarken, gözlerine dolan yaşlar al yüzünde yollar çiziyordu. Canı acıyordu ama aslında canını yakan bacağı değildi. Canını asıl yakan o terk edilme anıydı. Kapısı aralandı. Büyükannesiydi. Yanına oturdu, elindeki ıslak peluşu aldı. “Üzülme artık. Ben varım.” dedi, bağrına bastırdı küçük kumral başını. Sanki o an zaman durmuştu. Bir dakikalığına bile olsa sadece o ve büyükannesi vardı. Başka kimse yoktu, sanki hiçbir şey olmamıştı. Kapı çalındı. Yaşlı kadın kapıya bakmak için odadan ayrıldı. Yemek söylemişti. Küçük kumralın en sevdiği şeydi bu: Hamburger ! Salona geldiler. Dört kişilik masada artık iki kişilerdi. Gözleri parlıyordu. Onu bugün mutlu eden tek şey buydu. Ne kadar basit değil mi ? Sadece bir hamburger. Yerken yanakları kuruyan yaşlardan dolayı geriliyordu. Hamburgere karışan tuzlu yaşlarla beraber yedi yemeğini.
Sofradan kalktı. Seke seke odasına gitti. Anne özlemiyle yanan kalbini söndürmek için yine ağlamaya başladı. Yatağına girdi. Çarşaf buz gibi soğuktu. “Annem olsa ısıtırdı şimdi.” diye düşündü. Ağırlık çöken göz kapaklarına karşı gelemedi, kendini her zaman mutlu olduğu rüyalarına bıraktı. Büyükannesi odaya girdi, uyuyan miniği görünce ışığı kapadı, korkmasın diye kapıyı aralık bırakıp yatmak için kendi odasına gitti. İşte o gece o oda gibi kararmıştı hayatı, aydınlatmanın tek yolu o kapıdan sızan ışığı bulmak ve o kapıdan büyük bir kararlılıkla çıkmaktı. Bunun için daha çok küçük ve tecrübesizdi. Kendini hazır hissetmesi için daha çok zamanı vardı. O gece her gece konuştuğu yıldızlar, hiçbir gece görmeden uyuyamadığı ay onu bekledi. Ama o gelmemişti. Onlara da dargındı. Her zaman koruyacağı sandığı o yıldızlar ve ay da onu koruyamamıştı. O sadece rüya görmek istiyordu. En azından orada güvendeydi, huzurlu ve mutluydu.
Merhaba genç okur! Aramıza hoşgeldin. Sakıp Sabancı Anadolu Lisesi’nde 11. sınıf öğrencisiyim. Yazılarımı üstü kapalı bir şekilde yazmayı ve olayları okurun hayaline bırakmayı seviyorum.
Gerçekten çok hoşuma gitti eline sağlık!! ??
Yazarın kendine özgü bir tarzı var, aynı kelimeler biraz fazla tekrar edilmiş gibi olsa da beğendim.
Kaleminize sağlık…