
Psikolojinin Değer Kazanıp Sosyolojinin Kaybedeceği Post-Truth ve Singularity Döneminde Sürükleneceğimiz İkilem
- Enes Kerim Şafak
- gönderildi BilimKültürYaşam
- 9
Not: Esasen bu yazıyı 13-14 Nisan 2019 tarihlerinde yapılmış olan 1. İstanbul Erkek Lisesi Ulusal Sosyal Bilimler Sempozyumu’nda sunmak üzere yazmıştım; fakat sonradan Defter Arkası’nda da yayımlayabileceğimi düşündüm. Aslında yazıda pek çok cümle ve paragraf daha güzel hale getirilebilir: Ancak önceden yazmış olmam nedeniyle 8. dipnot ve bazı ufak imla hatası düzeltmeleri hiçbir değişiklik yapmadım.
Özet
Yapay zekanın günümüzde meslekleri nasıl işgal ettiği, hepimizin malumu. Fakat yine aynı yapay zeka, doğası gereği, duygusallık ve yaratıcılık içeren meslekleri kolay kolay işgal edemeyecek gibi gözüküyor; böylelikle psikolojinin ve bilhassa terapinin, artan psikolojik hastalıklar da göz önüne alındığında, gelecekte daha da önemli bir rol üstleneceği görülüyor. Öte yandan sosyolojinin ise; post-truth, propaganda, sahte haber ve toplum mühendisliği gibi kavramlar sebebiyle değer kaybedeceği gözüküyor. Üstelik tüm bunların yanında, gelecekte; transhümanizm, singularity, post-truth, popülist ve kimlik siyaseti gibi kavramlar nedeniyle tamamen materyalist ya da tamamen metafiziksel bir ikileme sürükleneceğimiz durumu, halı altına süpüremeyeceğimiz kadar önemli bir gerçek olarak karşımızda tüm keskinliğiyle duruyor. Tüm bunların yanı sıra; teknolojinin getireceği singularity, sosyal ve siyasi hayatın ise getireceği post-truth sayesinde (ki ikisi de aynı zaman dilimini temsil ediyor) geleceğimiz ve gelecekteki yaşantımız tamamen değişecek; ve hepimiz bu durumla muhakkak yüzleşeceğiz.
Anahtar Kelimeler
Yapay zeka, post-truth, transhümanizm, singularity, psikoloji, sosyoloji
Giriş
Günümüzde yapay zekanın meslekleri nasıl işgal ettiği, hepimizin malumu; hatta bu durum o kadar ileri seviyeye ulaştı ki, yapay zeka, hiç yapamayacağını düşündüğümüz sanatsal işlere bile karışmış durumda; öyle ki 2017 senesinde yapay zeka şarkı besteleyip üretmeyi bile başardı![1]Yapay zekanın bu durdurulamaz yükselişinin gelecekte de hız kesmeden devam edeceği ise çok aşikar bir durum. Hal böyle olunca yapay zeka, gelecek tasavvurumuzda yadsınamayacak düzeyde önemli bir rol üstleniyor. Öyleyse sosyal bilimlerin geleceğini düşünürken de -hangi sosyal bilim olduğu fark etmeksizin- yapay zekanın gelecekteki rolünü iyi bir şekilde analiz etmemiz gerekiyor. Bu da şüphesiz ki, “yapay zeka”yı iyi tanımaktan geçiyor.
Yapay zekayı tanımadan önce, “zeka”nın nasıl bir kavram olduğuna bakalım: En basit haliyle zeka, yaşantımızdaki hedefleri, başarımları ve değişimleri gerçekleştirebilmek için kullandığımız bilişimsel, algoritmik ve dinamik bir işlevimizdir; birçok hayvanda ve biz insanlarda görülür. Yapay zeka ise, zekayı bilim ve teknoloji kullanarak bilgisayarlara, bilgisayar programlarına ve makinelere taşımaktır aslında. Örnek vermek gerekirse: Satranç, zeka isteyen bir oyundur. Fakat çeşitli algoritmalar ve yapay zeka sayesinde bilgisayar programları (yapay zekalar), uzun bir süredir satranç oynama konusunda insanlara göre daha başarılı.
Şunu da bilmek gerekir ki: Normalde bilgisayar programları, biz onlara nasıl bir işlev verdiysek onları uyguluyorlardı. Fakat “makine öğrenmesi (machine learning)” dediğimiz kavram sayesinde bugün yapay zekalar biz onlara direkt olarak bilgiyi vermemize gerek kalmadan, halihazırda onlarda bulunan verilerden yararlanarak çıkarımlar yapıp yeni veriler ve sonuçlar oluşturabiliyor.
Yapay zekayı -konumuzla ilişkili olduğu kısmıyla- en basit şekilde böyle açıklayabiliriz. Şimdi ise dünyada “akıl sağlığı” hastalığı konusundaki trende göz atıp psikolojinin geleceğini tahmin etmeye çalışacağız.
Yapay Zeka ve Psikoloji
Yapay zeka, doğası gereği bazı meslek alanlarını “o kadar da” işgal edemeyecek gibi gözüküyor. Bu meslek alanlarının en büyük 2 ortak özelliği ise: duygusallık ve yaratıcılık. Yaratıcılık özünde, aralarında ilişki bulunmayan 2 şey arasında yeni bir bağlantı ve korelasyon oluşturmaktan ibarettir. Yaratıcılık gerektiren işlere sanatsal eserleri örnek verebiliriz.
Duygusallık bulunan meslekler ise; empati, samimiyet, sinerji ve sohbet gibi kavramları kapsar. Psikoloji alanı ise neredeyse tamamen duygular üzerine kuruludur; ve “terapi” dediğimiz olay kendi içinde tüm bu saydığımız kavramları içerir.
Terapinin duygusallık (ve hatta yaratıcılığı da katabiliriz) içeren bir eylem, psikolojinin ise duygulara dayanan bir alan olduğunu söyledik. Peki bu tespitler neden önemli?
Çünkü biz, insanlığın “akıl sağlığı” konusundaki gidişatına baktığımızda şunu görüyoruz: 21. Yüzyıl dünyasında psikolojik hastalıklar yadsınamayacak bir düzeye geldi; fakat biz insanlar hala bu durumun önemini henüz tam manasıyla anlayamadık. Hatta öyle ki, Harvard Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde profesör olan Vikram Patel bu konu hakkında: “Dünyamızda başka hiçbir sağlık durumu, akıl sağlığı kadar ihmal edilmiş değildir.” diyor. Reuters’ın hazırladığı habere göre Dünya Sağlık Örgütü (The World Health Organization), dünya çapında 300 milyon insanın depresyon, 50 milyon insanın akıl hastası (ingilizce tabirle “dementia”, yani alzheimer tipi unutkanlık ve düşünmede yetersizlik içeren hastalıklar), 23 milyon insanın şizofren ve 60 milyon insanın da bipolar olduğunu tahmin ediyor.[2]The Guardian gazetesinin hazırladığı habere göre ise “depresyon” dünya çapında artıyor ve artmaya da devam edecek gibi; üstelik yine aynı habere göre son 25 yıldır yeni antidepresan ilacının geliştirilmemiş olması gibi etkenler; ülkeleri, psikolojik rahatsızlıkları “ilaç yoluyla” engellemeye alternatif yahut tamamlayıcı bir rol üstlenen “psikologların” yetiştirilmesi konusuna bilinç sahibi olmalarını sağlıyor ve yine ülkeleri bu yönde hamleler yapmaya zorluyor.[3]Üstelik “Our World İn Data”nın hazırladığı rapora göre dünya üzerinde herhangi bir akıl sağlığı hastalığına sahip olan veya herhangi bir madde kullanımı (uyuşturucu vs.) yapan kişi sayısı 2016’da 1.1 milyar kişiyi bulmuş durumda.[4]Öte yandan hem Our World İn Data’nın -dünya çapında- hem de BBC’nin -Birleşik Krallık özelinde- hazırladıkları raporlara göre akıl sağlığı hastalıkları kadınlarda erkeklere nazaran daha fazla görülüyor (örneğin 2016’da erkeklerin %3’ü depresyona girmişken, bu oran kadınlarda %4,5 oldu).[5]
Tüm bu haber, rapor ve istatistiklerden anlaşıldığı üzere dünya çapında “akıl sağlığı” konusunda durumun kötüye gittiğini gösteren ciddi bir trend görülüyor. Üstelik The Guardian gazetesinin haberinde de bahsedildiği gibi bu durum, psikologların önemini arttırmakta.
O halde şu tespiti çok net bir şekilde yapabiliriz: Günümüzde ve gelecekte psikologlara epey ihtiyacımız olacak. Psikologların en etkili tedavi yöntemi ise şüphesiz ki “terapidir”. Terapi -daha önce bahsettiğimiz gibi- empati, samimiyet, sinerji ve muhabbet gibi kavramları kapsıyor; ki yapay zekanın bu tür kavramları “kolay kolay ele geçiremeyeceğini” söylemiştik. Hal böyle olunca, psikoloji alanında gelecekte ciddi araştırmalara, yeniliklere ve psikologlara ihtiyacımız olacak; yapay zekanın da durumunu göz önünde bulundurursak şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki: Psikolojinin geleceği parlak gözüküyor.
Ancak ne yazık ki, “sosyoloji” için aynı şeyi söyleyemiyoruz; peki neden?
Post-Truth ve Sosyoloji
Medeniyetimiz tüm hızıyla gelişiyor; fakat bu gelişme sırasında maddi ve manevi kültür arasındaki makasın daha da açıldığını görmekteyiz. Manevi ve ahlaki ilerlememiz, teknolojik ve maddi ilerlememize nazaran epey geri planda kalıyor.
Öte yandan propaganda ve toplum mühendisliği oldukça yaygınlaşıyor, bu yaygınlaşmada “sahte haberlerin” rolü elbette ki çok büyük; öyle ki sahte haberlerle ilgili birçok istatistik durmaksızın üretiliyor.[6]Tüm bunlar sayesinde ise medya -bilhassa sosyal medya- kitleleri çok daha kolay bir şekilde kontrol edip o kitlelerin çeşitli eylemlerde bulunmalarını tetikleyebiliyor.
Hal böyle olunca, tüm dünyada “hakikat” dediğimiz mefhumun öneminin gittikçe azalmakta olduğunu söylersek yanılmamış oluruz. Literatürde ise “hakikatin adeta yok olduğu” döneme “post-truth” dönemi deniliyor. 2016’da Oxford Sözlük tarafından yılın kelimesi seçilen “post-truth”[7], Oxford’un yaptığı tanıma göre: “Post-truth bir sıfat olarak, ‘nesnel hakikatlerin belirli bir konu üzerinde kamuoyunu belirlemede duygulardan ve kişisel kanaatlerden daha az etkili olması durumu’.” anlamını taşıyor (Teyit.org sitesinin Türkçe’ye yapmış olduğu tanım çevirisi). Edebiyat dünyasına bile giren bu süreç (1984 ve Cesur Yeni Dünya eserleri örnek olarak verilebilir), önceki paragrafta söylediğimiz propaganda, toplum mühendisliği ve sahte haber gibi kavramlarla birleşince geleceğe yönelik -bilhassa sosyal hayata yönelik- düşüncelerimizi epey karartıyor doğrusu.
Sosyal ve siyasi gelişmeler bizi “post-truth” sürecine sürüklerken, öte yandan, teknolojik gelişmeler ise bizi “transhümanist” bir yaşam anlayışına ve “singularity” kavramına doğru sürüklüyor. Peki nedir bunlar?
Transhümanizmi, bilim ve teknoloji vasıtasıyla insanlığın üzerindeki cebirlerin yıkılarak insanlığın evrimleşmesinin hızlandırılmasını; ve insanlık medeniyetinin gelişmesini sürdürmesini amaçlayan felsefe olarak tanımlayabiliriz.[8]Singularity’i (tekilliği) ise, gelecekte yapay zekanın insan zekasının önüne geçerek insan yaşamını radikal bir şekilde değiştireceği, insanın dünyada adeta tanrı rolüne gireceği bir dönemi ve durumu ifade eden bir kavram olarak söyleyebiliriz. O halde bu iki kavramın kesiştiği -ki neredeyse tamamen iç içedir- noktalara örnek vermek gerekirse, geleceğe dair şu öngörüleri söyleyebiliriz:
- İnsan bilincinin bir makineye aktarılarak yapay bir şekilde devam ettirilmesi (bir çeşit “ölümsüz olma durumu” da denilebilir).
- Gen mühendisliği sayesinde insan bedeninin mükemmel bir hale getirilmesi (örnek: çok güçlü insanlar), bu sayede insan ömrünün de uzaması ve hatta insanın ölümsüzlüğü yakalaması.
- Neredeyse tüm işlerin ve hatta belki de idarenin yapay zeka tarafından görülmesi.
Singularity ve post-truth; biri teknolojik bir kavram iken, diğeri sosyal ve siyasal. Ancak görünen o ki bu kavramların ifade etmek istediği zaman aralığı, esasen birbirinin aynısı; böylelikle biz her iki dönemi de aynı anda yaşayacağız gibi gözüküyor. Böyle bir gelecek tasavvurunda ise sosyolojinin konumu pek parlak gözükmüyor; transhümanizmi bir tarafa koyarsak bile, sadece post-truth süreci -yani bir nevi hakikatin önemsizleştiği dönem- sosyoloji araştırmalarının, yeni -hakikati içeren- teorilerin ve kişilerin etkinliğini büyük miktarda azaltacak gibi gözüküyor.
Aynı zamanda post-truth ve transhümanizm, bizi pek çok çıkmaza sürükleyecek. Bize “Senin bilincini şu makineye yükleyeceğiz; orada 5 duyuyu da hissederek, tıpkı bir insan gibi sonsuza kadar yaşayacaksın. Ne dersin?” yahut “Senin çocuğunun genleriyle oynayıp onu çok mükemmel bir varlık haline dönüştüreceğiz, iznin var mıdır?” gibi soruları sordukları zaman onlara nasıl cevaplar vereceğiz? Vereceğimiz cevaplar etik, mantık ya da dini açıdan hazır mı? Böylesine bir gelecekte siyasi yapıyı nasıl oluşturacağız? Kontrol mekanizmaları, şeffaflık ve denetlenebilirlik gibi kavramları nasıl sağlayacağız? Böyle bir geleceğe gerçekten de ihtiyacımız var mı; insanlığın sonunu getirebilir mi, insanları daha da ahlaksız yapabilir mi… Gördüğünüz gibi singularity, transhümanizm ve post-truth gelecekte bizi çok fazla zor soruyla karşı karşıya bırakacak; bizden hep bir taraf seçip o tarafı radikal bir şekilde savunmamızı isteyecek.
Sonuç
İşte, ulaşmaya çalıştığım tezlerden birisi de tam olarak budur: Teknolojinin getireceği singularity ve sosyal hayatın getireceği post-truth, “hayattaki grileri” yok edip bizi adeta tamamen siyah yahut beyaza mahkum etmeye hazırlanıyor. Gerçekten de bu sorulara vereceğimiz cevaplar -sizin de fark ettiğiniz gibi- bizi ya tamamen materyalist; ya da tamamen metafiziksel bir yaşam anlayışına sürükleyecek, bizi taraf seçmeye mecbur bırakacak. Üstelik sadece tek bir noktada değil: Din, sosyal, siyaset, aile, ekonomi… Birçok alanda, hayatımızın neredeyse her noktasında bizi taraf olmamız için esir alacak. Evet, singularity ve post-truth’un henüz “tam olarak” gelmemesine ve ikisinin oluşturduğu o “dönemin” içine henüz tamamen girmememize rağmen; şu anda dünya çapında gittikçe yaygınlaşan popülist siyaset, kimlik siyaseti ve benzeri politikalar daha şimdiden geleceğin tasvir ettiğimiz gibi olacağının işaretini gösteriyor. Yani aslında tasvir ettiğimiz süreç, başlamış durumda.
Bu tezimin yanı sıra -tezimle ilişkili olarak- yapay zekanın gittikçe daha da yaygınlaşacağı, singularity ve post-truth dönemine gireceğimiz gelecekte, psikolojinin değer kazanıp sosyolojinin ise kaybedeceği durumu, azımsanamayacak düzeyde kendisini gösteriyor. Umuyorum ki bu durumun nedenini yeterince açıklayabilmişimdir.
Tüm bu dediklerimizin toplamında ise şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki: Gelecekte bizi bekleyen tüm bu radikal değişiklikler halı altına süpüremeyeceğimiz kadar önemli; ve bir gün onlarla muhakkak yüzleşmek zorunda kalacağız.
Dipnot
[1] https://futurism.com/the-worlds-first-album-composed-and-produced-by-an-ai-has-been-unveiled
[2] https://www.reuters.com/article/us-health-mental-global/mental-health-crisis-could-cost-the-world-16-trillion-by-2030-idUSKCN1MJ2QN
[3] https://www.theguardian.com/news/2018/jun/04/what-is-depression-and-why-is-it-rising
[4] https://ourworldindata.org/mental-health#prevalence-of-mental-health-and-substance-use-disorders
[5] https://www.bbc.com/news/health-41125009
[6] https://www.statista.com/topics/3251/fake-news/
[7] https://en.oxforddictionaries.com/word-of-the-year/word-of-the-year-2016
[8] Transhümanizmle “tam olarak” ilgisi olmasa bile, insanlığın üzerindeki cebirleri Ali Şeriati’nin “İnsanın Dört Zindanı” ve benim eklediğim “Beşinci Zindan” ile tanımak için: https://defterarkasi.com/2019/01/28/besinci-zindan/
Paylaş
Yazar hakkında
Yaklaşık 2 senedir Defter Arkası'nda yazılar yazıyorum. Genellikle deneme ve öykü yazarım; fakat ara sıra bilimsel yazılar da yazıyorum. Bir süredir sosyal bilimler üzerine yoğunlaştığımdan dolayı, yazılarım da bu doğrultuda olmaya başladı. Eğitimime Haydarpaşa Lisesi'nde devam ediyorum.