Felsefe çoğu insanın gözünde modern çağda akademik değerini yitirmiş bir dal olarak gözükmektedir. Ama felsefeye biraz aşina olan ve kendini gerçekleştirmiş bireyler bilir ki insanı insan yapan felsefedir. Fikirlerinden etkilendiğim filozof Ayn Rand’in ünlü ‘fountainhead’ adlı eseri bu toplumsal yanılgıyı özetlemekte çok başarılıdır. Ana karakter olan Howard Roark bir mimardır ve tasarladığı yapıtların hepsi alışılagelmişin dışındadır. Bu mimarın eserleri ne kadar başarılı olursa olsun bir türlü isim yapamaz çünkü toplumun çoğunluğu kendine yetebilen bireylerden oluşmaz. Çoğu kişi bir şeyin güzel olup olmadığına karar vermek için gazetedeki köşe yazılarını okur, televizyona bakar ve etrafındakilerle konuşur. Bu eserden çıkan mesajı günümüzdeki felsefe-bilim ilişkisine bağlar isek varacağımız sonuç insanin bilime sırf toplumsal algıdan dolayı felsefeden daha fazla değer verdiğidir.
Şimdi bu açıklamayı cebimize koyarak olaya biraz da kavramsal olarak bakalım. Aynı Sokrates’in yapacağı gibi bilim-felsefe ilişkisini anlamak için soracağımız soru ‘felsefe nedir?’ olsun. Bu sorunun cevabini da Server Tanilli’nin ‘Yaratici Aklin Sentezi’ adli felsefeye giriş kitabinin ilk sayfalarında bulalım. Hikayeye göre 1832-1918 yılları arasında yaşayan Jules Lachelier adlı filozofa okulda öğrencileri felsefenin ne olduğunu sorarlar. Şok edici bir şekilde filozof felsefenin ne olduğunu bilmediğini itiraf eder. İlk başta öğrenciler fark etmez ama filozofun cevabı aslında çok manidar bir cevaptır. Felsefe hayatta karşımıza çıkan kuramsal ve kavramsal sorulara mantık bazında bir açıklama getirme uğraşıdır ve filozofa göre öğrencilerine bu uğraş en iyi canlı olarak anlatılabilir.
İşte budur felsefe, rasyonel düşünmek ve cevaplamak ve çoğu zaman da doğru soruları sormak. Bir gerçektir ki 20./21. yüzyılda felsefe, Aristoteles’in eski yunanda temelini kurduğu dal olmaktan çok ileri gitmiştir. Aslında bu gelişim felsefenin bir olmazsa olmaz olduğunun kanıtıdır çünkü insanoğlu yeni keşifler yaptıkça filozoflar bu yeni keşiflere anlam getirmeye çalışmıştır. Bunun en güzel örneği Kopernik’in dünyanın evrenin merkezi olmadığını kanıtladıktan sonra bu buluşu takip eden felsefik düşünce olmuştur. Özellikle 20. yüzyılda Albert Camus, Jean Paul Sartre, Karl Marx ve Friedrich Nietszhe gibi filozofların varoluşçu felsefeleri aslında tamamen Kopernik’in bu buluşu ile ilintilidir. Eğer bilim insanoğluna kendini sandığı kadar merkezi olmadığını kanıtlamasaydı insanoğlu kendi varlığına gereğinden fazla anlam yüklemeye devam ederek varoluşçu felsefenin doğmasına belki de hiç izin vermeyecekti.
Bu analizimizden ortaya çıkan sonuç şudur: Felsefe hiçbir zaman bilim gibi keşiflerde bulunamaz, felsefe bilimin getirdiği keşifleri sentezleyerek bunlara rasyonel düşünce ile anlam yükler. Buna verilebilecek son bir örnek de günümüzdendir. Kuantum Fiziği yasalarına göre atom altı yapıtlar aynı anda gözlemlenene kadar birden fazla yerde bulunabiliyor. Burada ilginç olan atom üstü yapıtlarda bu özelliğin neden gözlemlenemediği. Yani bu mantığa göre X şahsı aynı anda başka yerde/yerlerde de olmalı. Bilim hala bu sorunun cevabına ulaşamamış olsa da, bilim-kurgu filmlerinde karşımıza çıkan paralel evren yada çoklu evren kavramları aslında tam da Kuantum Fiziğinin buluşlarından dolayı ortaya çıkmıştır. Modern filozoflardan paralel evren teorileri ortaya atanlar şüphesiz ki Kuantum Fiziğini okumuştur ve daha da ilginç bir şekilde çoklu evren teorilerinin ihtimalini tartışan Richard Dawkins gibi filozof niteliğindeki bilim adamları hem Kuantum Fiziğin hem de Kopernik’in buluşunun etkisinde kalmışlardır. Çünkü Kopernik’in buluşu, katolik inanca ters düşerek tanrının insanoğlunu evrenin merkezine koymadığını kanıtlar ve bu buluşu da Richard Dawkins gibi bilim adamı düşünürler ateizmin savunmasına eklerler.
Sanıyorum ki artık bilim-felsefe ilişkisi açıklığa kavuşmuştur. Bilim hiçbir zaman felsefenin yerini alamaz çünkü gösterildiği gibi bilim buluşları yaparken felsefe bu buluşları kullanarak insan doğasında olan anlam verme isteğini karşılar. Bu iki kulvarda ilerleyen ayrı dallar, gün geçtikçe birbiri ile daha da fazla iletişime geçmektedir. Bununla birlikte bilimin bizi getirdiği son noktada artık felsefe camiası felsefede bir devrim yapmak isteyerek felsefik düşünceyi pratik hayata entegre etmek istemiştir. Nitekim Karl Marx’in ortaya attığı Marksist düşünce bu felsefe devriminin ilk örneğidir. Felsefe tarihinde ilk defa bir düşünce, 1917 Bolşevik Devrimi ile gerçek hayatta yerini bulmuştur. İşte sonucumuz budur, felsefe ve bilim birbirini tamamlayıcı ayrı dallardır ama sonuç olarak iki dalda ayni ağacın uzantısıdırlar ve bu sebep ile bir dal uzadıkça diğeri de ötekine oranla uzar.
Şu anda Hollanda'da lise eğitimimi devam ettiriyorum. İlgi alanlarım matematik, fizik, felsefe, programlama ve robotik. Burada yazdığım yazıları kendi blogumda da yayımlıyorum, buraya tıklayarak blog sayfama ulaşabilirsiniz.