
Adam, evlenme arifesindeyken, eve çıkmıştı; kendi başına yaşardı. Sıradan bir işte çalışırdı, sıradan bir yaşantısı vardı; sıradan istekleri, arzuları…
Adam, düz (dümdüz) bir adamdı. Olayların derinine inmeyi pek sevmezdi, dümdüz düşünürdü.
Öte yandan adam, münasip bir yaşama sahipti; “modern hayatın akıntısına” (hızına) kapılıp gitmişti belki ama olsun, yine de çevresi ona saygıyla yaklaşırdı. Öyle olmalıydı da: Adamın yaşantısı “modern hayatın telakkilerine” son derece uygundu.
***
Bir akşam vakti, adam telefonuna bakarken, elektrikler bir anda gitti:
Çat!
“Etraf” karanlığa gömüldü.
Ve ardından sessizlik…
15 dakika geçmeyedursun, nedendir bilinmez, adamın aklına çok enteresan konular geldi. Evet, gerçekten de “Şu hayattaki en adaletli şey nedir?” sorusu “kıvılcımlanmıştı” kafasında. “Fikir parıltıları” görülüyordu şimdi…
En adaletli “şey”… Bir kere para hiç olamaz! Şuraya bak, “adamlar” doğar doğmaz hiç ulaşamayacağımız bir noktadan başlıyor hayata. Ben hayatım boyunca çalışsam bile onlara yetişemem… Böyle adalet mi olur yahu!
Paranın elenmesi zor olmadı. Sonra aklına nedense “zeka” geldi.
Hayır, zeka da olamaz! Gerçi ben bilimden pek anlamam ama: Bu bilim insanları insanların doğuştan farklı zekalara sahip olduğunu söylemiyorlar mıydı? Eh, insanların hayatında yaptığı işler zekalarına bağlı değil mi peki? Eee, o zaman böyle adalet mi olur!
Ardından kafasında cinsiyet, ırk ve doğulan zaman gibi “şeyleri” de eledi. Tüm bunları birleştirince ise…
Şöyle bir “şey” çıkıyor yani: Hayattaki en adaletli “şeyin”, biz doğarken bize verilen bir “şey” olmaması lazım. Doğar doğmaz değil de, hayatımızın akışında (akıntı, hız) gerçekleşen bir “şey” olmalı…
“Şöyle bir düşününce” hukuku elemesi de çok kolay oldu. Bir sürü şeyi daha sildikten sonra artık “kendinden emindi”.
Buldum buldum! Evet, buldum! Doğru ya: Ölüm işte!
Şimdi, herkes ölmüyor mu? Kimsenin ölümden kaçma ihtimali var mı? Yok. Eh, böyle olunca bundan adaletli bir “şey” mümkün olabilir mi “şu dünyada”? Evet, en adaletli, mutlak adalet olan “şey” ölümdür işte, buldum…
Elektrikler geldi.
“Etraf” aydınlandı, fikirlerin parıltısı söndü. Adam, her zamanki gibi “etrafa” takılıp gitti.
Ama bilmiyordu: Oysaki Hitler de ölmüştü, “dosdoğru bir insan” da!
Yaklaşık 2 senedir Defter Arkası'nda yazılar yazıyorum. Genellikle deneme ve öykü yazarım; fakat ara sıra bilimsel yazılar da yazıyorum. Bir süredir sosyal bilimler üzerine yoğunlaştığımdan dolayı, yazılarım da bu doğrultuda olmaya başladı. Eğitimime Haydarpaşa Lisesi'nde devam ediyorum.
Sonunu tam “şey” edemedim ama kısa ve keyifli bir *hikaye* olmuş. Aydınlanan şeyin “etraf” yani çevresi olduğuna dikkat çekmen iyiymiş. İnsan karanlıkta, aydınlığa çıkan yolu bulabilir. Aydınlıksa, veya öyle zannediyorum hiç uğraşmaz. “Dosdoğru” yaşantısına devam eder ?
Enes Kerim hikayeni çok beğendim, sonunu biraz gecikmeli de olsa anladım, daha çok beğendim. Hayat ve ölüm üzerine sıkça düşünen biriyim.
Bu siteyi ve yazılarını ‘ad hominem nedir?’i ararken buldum. Onu da çok güzel yazmışsın.
18 yaşından küçüklerin yazdığı bir platform fikri harika.
Kendimi bildiğimden 20’li yaşlara kadar yazmak önüne geçilmez bir durumdu benim için, zihnim düşler ve düşüncelerle doluydu, defter arkalarında denemeler, şiirler. Sonra nasılsa sustu çoğu şey, okuduklarım da azaldı kendi cümlelerim de. Ne zaman yazmaya yönelsem aklımdaki cümlelerin akisleriyle çarpışıp yok olduklarını görüyordum, yazmaya değer bir şey kalmamıştı. Şimdi 30 yaş, senin yaşlarındayken hep merak ettiğim, sadece e-mektuplar yazıyorum nadiren anlayacağını umduğum birileri olursa.
Sana ve o yaşlara selam olsun.
Merhaba; öncelikle çok özür diliyorum, geç cevap verdiğim için…
Ardından: Teşekkür ediyorum; hem güzel yorumlarınız, hem Defter Arkası’na yönelik iltifatlarınız hem de hayat hikayeniz için!
Ben, bu siteyi açtığımız zamanlar (2016’nın sonbaharı) yazmaya başladım. Tamam, ilk zamanlar da yazmayı seviyordum elbet… Fakat zaman geçtikçe daha da çok sevmeye, daha da çok haz almaya başladım. Bu hep böyle sürüp gitti, umarım böyle de gider… Ancak sizin adınıza epey üzüldüm ve diğer taraftan kendi adıma korktum da: Çünkü pek çok zaman benim de aklımdaki düşünceler birbirleriyle çarpışıp ortaya karmaşık şeyler çıkarabiliyorlar… Ne yazdığınızı yahut nasıl yazdığınızı bilmesem de, gönlümden geçen genç Merve’nin bir anda tekrar geri gelmesi!
Mektup olayı çok güzelmiş bu arada.
Sağlıcakla kalın.
Yıllar önce şunun gibi bir şey demiştim: Şiirler geçiyor zihnimden/bırakıyorum uçsunlar
Dönüp bakıyorum da yaşanmış zamana… yolculuğun ve dönüşümün kendisi güzel. Bir şey yitmiş değil yazmayarak veya bir başka x’i yapmayarak. Hisseden yanını kaybetmediysen, ifade nasılsa yolunu bulur. Ezgi olur, renk olur, hikaye olur.
Sana bir sırrımı vereyim mi? 🙂 Tam senin yaşındayken 30 yaş tahminlerim vardı. İş (başarılmak istenenler başarılmış), evlilik, çoluk çocuk ve stabil bir hayatı çağrıştırıyordu bu yaş. Her zaman ilginç bir hayatım olsun istemiştim ama bu yaş böyle biraz düzdü işte hayalimde. Ama bu günkü bana baktığımda, bir sürü maceralar atlatmış, güzel ve zorlu yollar aşmış aynı çocuğum. Yani, öyle sıkıcı değilmiş, bu tarafta aynı kendim bekliyormuş beni. Bir şeyler öğrenmiş, bir şeyler unutmuş.
Korkma, heyecan duy- ki güzel şeyler yaz ve yaşa!
İyi yolculuklar Enes Kerim
Ölüm adil gibi görünsede doğarken verilenlerde adildir. Meselâ hz. Adem için güneş ay orman yaşanılması gereken bu dünya verildiği gibi her canlıya veriliyor. Bir insan gökyüzüne baktığında, hayatın herhangi bir zamanında yaşamış insandan farkı yoktur. O ne görüyorsa bende aynı şeyi görüyorum.