
Kendime Not: Bu yazıda kendince farklı bir üslup ve anlatım tekniği denedin. Bakalım seneler sonra bu yazıyı okuyunca beğenecek misin?
Merhabalar.
Hayattaki “şeyleri” kafamda daha rahat oturtabilmek için onları belirli şekillerde tasniflemeyi seviyorum; bendeki bu bir şeyleri tasnif etme merakı, geçtiğimiz haftalarda yakın bir arkadaşımla muhabbet ederken, tamamen “spontane” bir şekilde kendini tekrardan gösterdi. Sonradan, aklıma gelmiş olan bu tasnifleme üzerinde derinlemesine düşündüm. Yaptığım tasnifleme ise aslında şundan ibaret:
Üç tür gece vardır.
Burada kastedilen şey daha doğrusu uyumadan önceki “andır”. Evet, hayatımızdaki -neredeyse tüm günleri kapsayacak şekilde düşünecek- olursak bütün o gecelerimizi, uyumadan önceki anlarımızı üç türe ayırabiliriz:
Birinci tür gecenin gündüzü güzel geçmiştir; o günü kendimize göre faydalı, sağlıklı, güzel, iyi ve hoş geçirmişizdir. O günün gecesinde uyumadan önce şöyle bir tebessüm ederek “Bu günü ne kadar dolu ve faydalı geçirdim, ne kadar da güzel oldu; umarım bütün günlerim böyle geçer.” deriz.
İkinci tür gecenin gündüzü ise kötü geçmiştir; o günü kendimize göre faydasız, sağlıksız, çirkin, kötü ve nahoş geçirmişizdir. O günün gecesinde uyumadan önce vahlanırız ve pişman oluruz, kendimize kızarak “Bu günü ne kadar da boş ve faydasız geçirdim, ne kadar da kötü bir gün oldu; umarım bir daha hiçbir günüm bugünkü gibi olmaz.” deriz.
Üçüncü tür gece ise çok daha “normaldir”; çünkü o gecenin gündüzü neredeyse diğer tüm günler gibi geçmiştir. O günün gecesinde günün bir muhakemesini etmeden uyuruz; dolayısıyla o günün gecesinde uyumadan önce hiçbir şey demeyiz.
Peki bu üç tür gecenin ilginç olan noktası nedir?
Şöyle ki…
Birinci tür gece bizi şevklendirir ve ivmelendirir, çünkü ertesi gün olabildiğince yine önceki gün gibi faydalı ve dolu bir gün geçirmeye çalışırız, bu konuda gayret gösteririz. Ancak bu birinci tür gecenin şöyle bir dezavantajı vardır: Tüm bunlar rehavete kapılmazsak mümkündür.
İkinci tür gece ise bizi yine şevklendirir ve ivmelendirir, çünkü ertesi gün olabildiğince önceki gündeki hataları yapmamaya çalışırız; yeni günümüzün dünkü gibi faydasız ve boş olmasındansa faydalı ve dolu olması için gayret gösteririz. Fakat tahmin edeceğiniz gibi bu ikinci tür gecenin de şöyle bir dezavantajı vardır: Üzüntümüz bizi durdurabilir de; zira çok fazla üzüntü şevkten ziyade ümitsizlik verir. Ben buradan hayata dair genel bir çıkarım yapıyorum: Demek ki dertlerimiz ve sıkıntılarımız olmalı, fakat bunlar bizi ivmelendirecek şekilde olmalı; çünkü niceliğini ve niteliğini ayarlayamazsak bizleri tamamen istop ettirir…
Üçüncü tür gece ise diğer gecelerden tamamen “farklıdır(!)”; çünkü ertesi gün önceki günün tamamen aynısı olacaktır! Eh, hiçbir muhakeme olmayınca yeni günümüzde nasıl değişiklikler yapabiliriz ki? Öyleyse bu “üçüncü tür” gecenin ertesi günü hiçbir değişiklik gözlenmez, statüko değişmez; nitekim her şey aynı seyrinde devam ediyordur…
Bu işte bir “gariplik” var…
Çünkü ilk başta görülenle son çıktı farklı gözüküyor. Tasnifin ilk kısmındaki (sadece geceleri açıklayan, ertesi günle ilgili bilgi vermeyen kısım) üç tür geceyi adeta bir sayı doğrusuna indirgersek şöyle bir sonuç ortaya çıkacaktır:
Birinci tür gece = Pozitif
İkinci tür gece = Negatif
Üçüncü tür gece = Nötr
Yani “girdiler” bu şekildedir.
Şimdi gelelim “çıktısına”, yani tasnifin ikinci kısmına (ertesi günle ilgili bilgi veren kısım). İlk olarak ilk iki tür geceyi alalım (üçüncüsüne birazdan değineceğiz): Bu tür geceler ertesi gün bizleri hem ivmelendirip şevklendirebiliyor, hem de bizleri olumsuz etkileyebiliyorlar (hepsinin kendine has dezavantajı var). Yani bu tür geceleri kendi lehimize çevirmek mümkün.
Fakat bu durum üçüncü tür gece için geçerli değil…
Üçüncü tür gece “nötr” gibi gözükse de aslında “negatifliğin” belki de son noktasıdır. Çünkü “gelişimin” tetikleyicisi “değişim”, değişimin tetikleyicisi “muhakemenin” ta kendisidir! Yani ertesi gün daha olumlu bir gün geçirmek istiyorsak (gelişim), bu ancak o günü değiştirmemizle mümkün olur; bu da tasavvur edilen bu değişimden önce gerçekleşmiş olan bir “muhakeme etme sürecini” zorunlu kılar; çünkü muhakeme olmadan bir şeyleri değiştirmemiz gerektiğini nasıl anlayacağız değil mi?
Peki tüm bunların benim için en dehşet verici kısmı nedir biliyor musunuz?
Hayatımdaki gecelerin kahir ekseriyetinin üçüncü tür geceden ibaret olması…
Yaklaşık 2 senedir Defter Arkası'nda yazılar yazıyorum. Genellikle deneme ve öykü yazarım; fakat ara sıra bilimsel yazılar da yazıyorum. Bir süredir sosyal bilimler üzerine yoğunlaştığımdan dolayı, yazılarım da bu doğrultuda olmaya başladı. Eğitimime Haydarpaşa Lisesi'nde devam ediyorum.
Ben de kendimi çoğu zaman üçüncü gecenin için de buluyorum ki okuduğum kadarı ile şunu diyebilirim kendimizi umutsuz, yorgun ve başaramayacak gibi hissetmemiz de üçüncü geceden kaynaklı. Ve bahsettiğin gibi nötr olmak çoğu zaman işe yarayan bir şey değil en azından bu gibi konularda. Başarısızşık yani negatif etki de bizi doğru bir yola götürebilirken nötr bir durum hiçbir yere götürmüyor. İnsanların önemli duygularından birine değinen ve onu açıklayan çok güzel bir yazı olmuş, tebrik ediyorum?
Tüm yorumların için çok teşekkür ediyorum Gözde! 🙂
Nötr’ün dayanılmaz cazibesi.. Biraz insafsizlik yapılmış nötr hususunda efendim 😉 yazıyı okuduğum andan itibaren kategorize etmeye başladım.. Bir mi iki mi üçüncü mü? Hangisi.. Lakin belki en çok da bu noktada ciddi bir handikapa düşüyoruz: “Kategorize etmenin dehşeti” Belki de nötr, en ihtiyacımız olduğu anda bize istediğimiz geceyi ve günü keşfetme imkânı tanıyordur. Kategorize etmeden, saf bir boşluk hissiyle en temel düzeyde, en temel kavramları çekip çıkaracağız belki o nötr olandan. Birinci geceyi tanımlarken kullanilan “rehavete düşmez isek” hassasiyetinin (yani negatif te pozitifi, pozitifte negatifi, yahut hepsini nötr’ün potansiyelinde mecz erme ve görme hassasiyetini) biraz nötr’e de tanınmasını önemle reca ediyorum. Kaleminize sağlık. Gayet verimli bir yazı oldu bizim için 😉
Öncelikle değerli yorumlarınız için çok teşekkür ediyorum sayın “mimar” hocam 🙂
Kategorize etmek, bir bakıma dehşet bir şeydir bence de, evet. Çünkü kategorize etmenin temel mantığında bir olguyu “indirgemek” yatıyor bana göre, bunu “Kimlik Siyaseti ve İndirgemecilik Üzerine” adlı yazımda da değinmiştim, bu yazımda sayı doğrusuna “indirgemek” ifadesini kullanarak değindim. Yani kategorize edilen her şeyde (muhtemelen her şeydir) muhakkak bir istisna vardır diye düşünüyorum.
Bana kalırsa nötr gecelerin faydadan çok zararı var; bu yüzden onlara biraz insafsızlık yapmış olabilirim, evet 🙂 Üstelik yazıyı kendi bağlamında incelersek de nötr’ün birkaç istisna örneklerinden bahsetmem yazıya teknik açıdan bir başka kusur eklerdi diye düşünüyorum, şahsi görüşüm.
Nötr gece konusunda belki sizin kadar düşünmesem de, sizlere katılıyorum yine de. Spontane gelişen olaylar ve düşünceler de çok pozitif ilerlemeler sağlayabilir (Mesela şöyle bir benzetme aklıma geldi: Bir kitap almadan önce araştırarak almak (negatif ya da pozitif), yahut direkt rastgele ve spontane almak (nötr).) Nötr’den pozitifi çıkarmak benim pek becerebildiğim bir şey değil, insanlarda da yaygın olduğunu düşünmüyorum. Böyle yazınca tamamen çöpe atmış gibi de olmak istemiyorum tabii; dediğim gibi: Yazının bağlamına uygun; ve bence negatifliği pozitifliğini çok aşıyor, hem de bayağı. Böyle olunca diğer kısımdan hiç bahsetmemem gerektiğini düşündüm 🙂 Bu bazı şeylerden bahsetmeme durumunu başka bir yazımda çok daha fazla yaptım aslında. Şöyle ki:
“3. Göz Eksikliği Metaforu” yazımda bu metaforun hayatımıza hep olumsuz etkisinden bahsettim; fakat o yazıyı yazmadan önce bile bu metaforun hayatımıza olumlu etkiler de katabileceğini biliyordum (ve hatta uygulamaya çalışıyordum). Fakat onu o yazıda anlatmam uygun olmazdı, olumlu etki kısmı çok daha karmaşık olduğu için ona yeni bir yazı gerekir, belki orjinalinden bile uzun bir yazı 🙂
Fakat söylemeden edemeyeceğim: Muhakkak “saf bir boşluk hissiyle” en temel düzeydeki, en temel kavramları eçkip çıkarmayı deneyeceğim nötr bir gecemde 🙂
Bu tür zekice yazılmış yorumlar benim çok hoşuma gidiyor açıkcası, çok güzel bir noktadan yakalamışsınız bence; hem kutluyor hem de teşekkürlerimi sunuyorum hocam 🙂
Huzursuzluk, -ki bu cümledeki anlamıyla var olan gidişten memnun ol(a)mama- gelişmenin ilk adımıdır.
Zamanın hayatla kıyasıya uzanışı içinde, gün ve gecelerin muhakemesiyle, acizliğini gün gün fark eden insan sanırım birçok meşakkatle varabilir ve daha önemlisi onu, huzuru koruyabilir. Ancak bu “Huzur Yolculuğu”‘nun huzursuzluğu, acaba ne ile doldurulabilir? Geçen güne olumlu veya olumsuz değerlendirme neye göre yapılabilir?
…
Gibi, gibi…
Yazınız için teşekkürler.
Dediklerinize bayıldım!
“Huzur Yolculuğu”ndaki huzursuzluğun ilacı, yine aynı “Huzur Yolculuğu”nun içinde saklı bence. İnsanların huzur yolculukları farklılık gösteriyor ama; hepsine genel olarak baktığımızda şunu görmüyor muyuz: Bu yolculukların hepsi bir değişimi, gelişimi, ideali ve huzuru arıyor; ve yine az çok hepsi bir “başkaldırı” içeriyor. Eh, böyle olunca bu tür bir huzursuzluk gün sonunda o “yolcu insana” pek de ağır gelmeyecektir diye düşünüyorum; yolun başlangıcında bile ağır gelmediyse!
Olumlu ve olumsuz değerlendirmeleri elbette herkes kendine göre verecek. Bu yüzden bence her insan şu temel soruları sormalı, cevaplar aramalı: İyi nedir, kötü nedir? Şu hayattaki derdim ne? Ne yapmak istiyorum, ne yapabildim, nelerden pişman oldum, neden oldum? Gibi gibi…
Tabii bu durum çok subjektif gözüküyor. Fakat bence bazı temel noktalarda insanlar ortak paydada buluşacaklardır diye tahmin ediyorum. Gerçi buluşmasa da olur, herkes kendi hayatını kendi belirliyor şu dünyada; hayat zaten tamamen subjektif bir keşmekeşlikten ibaret 🙂
Mesela bu ortak paydalardan bir olumsuz bir olumlu örnek aklıma geldi: Hırsızlık yapmış bir insan acaba “iyi ki de yaptım, doğru olan da buydu zaten” der mi hiç? Belki bu yaptığına bir kılıf arar, vicdanını rahatlatmaya çalışır fakat hiç “umarım bütün günlerim bugünkü gibi geçer.” der mi acaba?
Ya da o gün kitap okumuş olan bir insan (farz edelim ki kitabı da beğendi), acaba hiç bu yaptığından pişman olacak mı? Başka marjinal etmenler söz konusu değilse tabii… Salt kitap okumaktan, hem de beğendiği bir kitabı okumuş olmaktan bir insan pişmanlık duyar mı; “umarım hiçbir günüm bugünkü gibi geçmez.” der mi (Üstelik sadece beğendiği kitapları okumuş olmaktan kıvanç duyacağını farz ettik.)?
Tüm yorumlarınız için teşekkürlerimi sunuyorum efendim, sağlıcakla kalın! 🙂
Bu “farklı” üslubunun üçüncü gecelerine olan yakınmaların sayesinde doğduğunu söyleyebilir miyiz? Şayet cevap evetse ben de nötre haksızlık yapıldığını düşünüyorum. İkinci gecede bahsettiğin hataları tekerrüre sokmama arzusu, nötr gecede de pek tabii mevcut olabilir. Ancak “alışılagelmiş olaylar”dan ders çıkarmak da, elbette, doğrudan kişiyle alakalıdır. Aynı zamanda birinci gecede, iç rahatlığından kaynaklanabilecek olan boşvermişlik; umutların “sadece” umut olarak kalmasına sebep olabilir. Uzun lafın kısası: bahsettiğin tüm gecelerin kendilerince artı ve eksi yönleri var. Kıyaslama yapmamız gerekirse üçüncü gecenin daha faydasız olduğu aşikâr. Yine de düşünmüyorum ki, kişi tüm gecelerin olumlu yanlarını ayıklasın; yahut olumsuz yanlarını soğursun. Bu durum bizzat kişi ile, dolayısıyla bilinç ile alakalıdır.
Ve çok güzel bir yazı olmuş Enes! Kutluyorum seni!
Evet, gerçekten de hepsinin olumlu ve olumsuz tarafları var; ama bence de üçüncü tür gecenin daha faydasız olduğu apaçık belli 🙂
Bu farklı üslubum bambaşka bir nedenden, bu yazı fikri ise -yazımda belirttiğim gibi- muhabbet esnasında spontane bir şekilde geldi aklıma; daha sonra üzerinde düşünmem ve yazmaya karar vermem ise: Üçüncü tür gecelerin bir gece hepsinin birden ikinci tür gece olarak kendini göstermesiydi 🙂
Tüm güzel yorumların için çok teşekkür ediyorum Aysema! 🙂
Yazının başında bahsettigin farklı uslübu bir satir denemesi olarak algıladım. Her ne kadar yazıda “tasnifleme” merakı üzerine bir ironi hissetmişsem de yanlış algılamış olabilirim. Belki yaşım gereği gecelerin “tasniflenmesi” veya günün muhakemesi konusunda farklı düşünüyorum ama bu “tasnifleme” merakı pek çok farklı konuda bende de var olan bir durum.
Genel olarak her zaman olduğu gibi yazılarını zevkle okuduğumu söyleyeyim. Okumaya ve yazmaya devam. Başarılar dilerim.
Yazımın başında yazdığım o “kendime not” kısmı ilk defa yaptığım bir şey. Zaten yazıya uzaktan bakınca da sanki kendi kendime sesli düşünmüşüm gibi gözükmüyor mu? Tam okurlara yönelik ifadelerin geleceği sırada pat diye bitmesi… Eh, öykünün bazı kısımlarının garipliklerle dolu olmasını istemişsem bunu bütün öyküye de yaymam gerekirdi 🙂
Tasnifleme merakı üzerinde bir ironi yapmadım esasen. Bu durum benim hatalı dil kullanımımdan kaynaklanıyor bence, mazur görünüz.
Tüm yorumlarınız için teşekkürlerimi sunuyorum Selva Hanım, her zaman! 🙂
Geri Dönüşler: İki Tür Hedef - Defter Arkası