
Sıradan bir sabah, sıradan bir bebek dünya ile buluştu. Her bebeğin yaptığı gibi, gözyaşları beraberinde selamladı dünyayı. Doğması sıradandı, bir gün ölecek olması da öyle. Dünya ile tanışması uzun zaman aldı. Etrafındakileri tanımaya yeltendi, bunun için de zamana ihtiyacı vardı. Fakat bir koku vardı ki, onu her an cezbediyordu. Ne olduğunu çözmek için yine onun henüz ne olduğundan bihaber olduğu zaman kavramına muhtaçtı. Doğdu işte, her insan gibi. Doğumunu inandırıcı kılmak için birkaç hikaye dolandı aile bireylerinin ağzında. Tıpkı ölümünde olacağı gibi…
Doğumunun ardından yine herkes gibi büyümeliydi. Hayır hayır… Herkes gibi büyümemeliydi. Sahi, neydi büyümek? Tıpkı doğum ve ölüm gibi, büyümeyi de ardında uzanan hikayeler beraberinde sıradanlaştırmak doğru olur muydu? İnsanın içine gireceği kalıbı oluşturmaz mıydı büyümek?
Büyüdü, her insan gibi. Neden büyüdü dedim bilmiyorum. Sadece etrafındakilerin ona verdiği “ne kadar büyümüşsün” tepkileri beni bu kelimeye yönlendirdi. O da inandı büyüdüğüne. Ama kimse ona büyümenin anlamını öğretmedi, neye inandığını bildiğini sanıyordu. Boyu uzamıştı, biraz da kilo almıştı. Bu muydu büyümek? O halde niyeydi o tepkilerin ona kendini özel hissettirmesi? Büyümek de ömrümüzün tekdüzeliğinin bir parçasıydı.
Sorguladı. Yine sorguladı. Daha çok… Belki günlerini, belki haftalarını, belki aylarını harcadı bu sorgulamaya. “Büyük” dedikleri insanları sorguladı, diğerleri ile karşılaştırdı. En çok bu sırada büyüdü işte. O zaman tanıştı asıl büyümek kavramıyla. Öncesinde büyümüş müydü? Hayır hayır, işte şimdi büyüdü. Neden bu kadar olgun hissettiğini sorguladı sonra da, kendini yeni öğrendiklerine sarılmış buldu. Mutluydu, tecrübeliydi ve diğerlerinden farklıydı.
Daha da sorguladı. “Neden” dedi, “neden yaşıyorum?”. Kapadı gözlerini:
Koskocaman bir ormanın içinde şimdi. Hiçbir hayvan yok yakınında, etrafını yalnızca ağaçlar kaplamış. Yalnızca ağaçlar deyip geçmemeli aslına bakarsak. Her birinde bir anlam aradı. Biri tıpkı onu cezbeden o koku gibi kokuyordu. Diğerinden o hiç vazgeçemediği müziğin notaları ulaşıyordu kulağına. Semadan yansıyan gökkuşağı sayesinde ağaçlardan birinin gövdesi onun hayallerini misafir etmişti. O hayallere bakarken bir diğer ağaçta geçmişine takılı kaldı. O hiç unutamadığı pastanın tadını hissetti damağında. Gözlerini geçmiş ve gelecekten uzaklaştırıp şimdiye dönmek istedi. Elinde bir kalem, bacaklarında bir kağıt… İşe bak! Issız bir ormandan ibaretti hayatı, her canlı gibi. Farklı olmak istedi birkaç dokunuş yaparak. Kalemi kağıt üzerinde kalbinin söylediği şekilde hareket ettirdi. O an kelimelerle buluştu. O an kendini bulmuştu. Kelimelerinden birkaç nota yükseldi. Sessiz bir gemide buldu kendini. İşte bir gün o da binecekti o gemiye, herkes gibi o da ölecekti. Ama önce bu kelimeler birilerine ulaşmalıydı, birilerinin hayatlarına milat çizmeliydi.
Merhaba. Mümtaz Turhan Sosyal Bilimler Lisesi öğrencisiyim. Kalemimi daha çok deneme ve hikâye türlerinde yoğunlaştırsam da başka türler için de kendimi hazırlamaya çalışıyorum.