
Eğitim Sistemi Eleştirisi: Ortalamaların Ölçme ve Değerlendirmede Etkili Olması
- Enes Kerim Şafak
- gönderildi EğitimYaşam
- 13
Merhabalar.
Eğitim sistemi, hepimizin bildiği gibi, hemen herkesin üzerinde şikayet ettiği bir konu. Şu ana kadar bu konu hakkında belki de binlerce kez yazılıp çizildi; hemen her kesimden sayısız insan eleştiriler yaptı. Bu yazımızda biz de eğitim sistemine bir eleştiri yönelteceğiz fakat bu sefer daha farklı bir perspektiften bakmaya çalışacağız; eğitim sistemi içerisinde önemsiz gibi görünen bir etmenin aslında ne kadar kapsayıcı ve mühim olduğunu inceleyeceğiz. Bunu yaparken ben öğrenci kimliğimden, siz ise hangi kimlikteyseniz o kimlikten kurtularak bütünleyici ve objektif bir gözle bakmaya çalışacağız (ki yaptığımız eleştiriler sığ görüşler olarak kalmasın).
Peki bu bahsettiğimiz etmen nedir?
Yıl Sonu Not Ortalamalarının Ölçme ve Değerlendirmede Etkili Olmasıdır
Evet, tam olarak bu. Belki şaşırmış olabilirsiniz fakat bu etmeni şimdi sistematik olarak inceleyince sizler de bana hak vereceksiniz diye düşünüyorum.
İlk olarak şunu söylemem gerekiyor, yıl sonu not ortalamalarının ölçme ve değerlendirmede etkili olması belki de gayet mantıklı bir eğitim politikasıdır; fakat biz burada günümüz Türkiye’sinde bu noktada durumun nasıl olduğunu çözmeye çalışıyoruz; bu yazı teorik bir yazıdan ziyade realist bir gözlem yazısıdır.
Meselenin derinine inmeden önce şununla başlayalım, yıl sonu not ortalamaları ölçme ve değerlendirmede etkiliyse ortalamalarımızı arttırarak başarı sağlayabiliriz, değil mi? Türkiye’de ise bu iki farklı yolla yapılıyor, ikisi de iç içe geçmiş ve birbirini tetikliyor; gelin inceleyelim.
Benim gördüğüm kadarıyla Türkiye’de yıl sonu ortalamalarını arttırmak için iki yol benimsenmiştir:
- Ya eğitim sistemi kolaylaştırılmalıdır.
- Ya da “haksızca” yıl sonu not ortalamaları yükseltilmelidir.
Eğitim Sisteminin Kolaylaştırılması
Eh, bu çok basit bir yöntem olarak gözükse de maalesef çok etkilidir efendim. Şöyle ki, eğitim sistemi basitleştirildikçe öğrenciler daha da başarılı olurlar ve buna bağlı olarak ortalamaları yükselir. Kulağa çok masumane gelebilir fakat ikinci yolu da inceledikten sonra aslında durumun ne kadar vahim olduğunu hep birlikte göreceğiz.
Haksızca Ortalamaların Yükseltilmesi
Burada da şöyle bir mantık var: “Mademki ortalamaların yükseltilmesi gerek, bunu en kolay şekilde ‘haksızlık’ yaparak sağlayabiliriz. Ancak öyle bir sistem kurmamız gerekiyor ki bu sistemin özellikleri her kesimden insanın işine gelsin…”
Peki kurulan bu “kısır döngü” sisteminin işleyişi ve özellikleri nasıl?
“Kısır Döngü” Sistemi
Not: Bu sistem en çok özel okullarda görüldüğü için genel olarak sistemi özel okullar kapsamında inceleyeceğiz.
Günümüz Türkiye’sinde bir aile babası ya da annesi olan bir ebeveyn düşünelim. Bu ebeveyn çok iyi biliyor ki çocuğu gelecek sene artık liseye geçecek. Ancak maalesef ki çocuğu pek başarılı sayılmaz; ama bir taraftan da çocuğunun kaliteli bir liseye gitmesini istiyor. Hımm, nasıl yapsa acaba?
Ah, tabii ki ya! Çocuğunu özel okula göndersin, orada hem liseye giriş sınavına çalışır hem de ortalamaları yüksek gelir. Özel okulların olayı bu değil miydi zaten, para verdikleri için ortalamaların da yüksek gelmesi gerekiyordu, düz mantık (!).
Nihayetinde bu ebeveyn çocuğunu özel okula göndererek kafasını rahatlatmış olur. Peki ya bu sırada çocuk nasıl düşünüyordur?
Tabii o da bu işe olumlu bakıyordur; artık ortalamaları için ekstra çalışmasına gerek kalmamıştır. Hem kendisi o sene içerisinde pek ders çalışmayabilir, zaten ortalamaları yüksek geleceği için ebeveynlerini kolayca kandırabilir; hatta güzelinden bir karne hediyesi de aldı mı tamamdır!
Hadi bu insanlar okumamış olsun, ya öğretmenler ve idareciler nasıl düşünüyorlardır acaba?
Onlar da bu durumdan memnundur. Öğretmen için problem yok, maaşını aldıktan sonra başka bir şeye karışmayabilir (!); nitekim idareci de parasını kazanıyordur, dolayısıyla hem okulunun reklamını yapar hem işlerini büyütür. Sahi, bir idareci zaten başka ne isteyebilir ki?
Sistemin en üst mercilerine hiç gelmeyelim bence, gerçekten de en çok onların keyfi yerindedir. Öyle ya, ülkede “sanal bir mutluluk” hakimdir, herkes çocuğunun çok başarılı olduğunu düşünüyordur (çocuğumuz 120 soru içerisinde 110 küsür doğru yapsa biz de öyle düşünürüz diye tahmin ediyorum). Tabii kurulan bu “sanal mutluluk” sisteminde bu insanlar tarafından eğitimin sistematik olarak basitleştirilmesi de -maalesef- etkili…
Hal böyle olunca sistem içerisindeki çoğunluk bu “sanal mutluluk çarkına” karşı çıkmıyor; çıkanlar ise maalesef çok yetersiz kalıyor. “Özel okullar kimin umurunda?” diye düşünebilirsiniz fakat hayır efendim, bu sistem sadece özel okullarda yok ki, devlet okullarında da seviyesi azaltılmış bir şekilde uygulanıyor…
Kısa günü kurtarmayı amaçlayan bu sanal mutluluk sistemini en temel seviyede böyle özetleyebiliriz, isterseniz şimdi bunun eğitim sistemi içerisindeki çarpıklıklara ve eksikliklere nasıl yansıdığını inceleyelim.
Öğrencilerde Görülen Saygısızlıklar
Kendisi ne yaparsa yapsın ortalamalarının yüksek geldiğini gören bir öğrenci, öğretmenlerin itibarının ve gerekli ceza işlemlerinin azaltılmış olmasıyla da beraber öğretmenine karşı saygısızlık etmekte çekinmeyecektir. Eh, zaten önemli olan nottu (!), onlar her türlü iyi olduktan sonra öğretmeni kim dikkate alır?
Öğretmenlerde Görülen Kalitesizlik
Eğitim sisteminin basitleştirilmiş olması ve bu “sanal mutluluk çarkının” da kurulmuş olmasıyla beraber öğrenciler artık eğitim içerisinde zorlanmıyor, dolayısıyla öğretmenlerine de zorlayıcı sorular sormuyor. Bu durum da öğretmenlerin alanlarında uzmanlaşamamasına, kendilerini geliştirememesine yol açıyor.
Öğrencilerde Görülen Bilgiye ve Sanata Karşı Yozlaşma
Bu yozlaşmanın sebebi oldukça basittir: Eğitimin kolay bir şey olduğunu ve zorlanmadan da hayatın kazanabileceğini (!) gören bir öğrenci için daha öteye gitmeye ne gerek vardır? Dolayısıyla kendini geliştirmesine yardım edecek olan her türlü bilim ve sanat dallarından itinayla uzaklaşır…
Bu durumun vahametini anlatmak için bir iddiada bulunabilirim: Günümüz Türkiye’sinin eğitim sisteminde yetişen bir öğrenci hiçbir kültürel ve sanatsal faaliyette bulunmasın, hiç kitap okumasın ve araştırma yapmasın, bilimi ve sanatı çok “basit” işlermiş gibi görecektir. Bu da beraberinde onları küçümsemeyi ve değersiz bulmayı getirecektir. Abartmıyorum, gençlikte görülen bu durum belki de bir ülkenin başına gelebilecek en kötü felakettir (ahlakı saymazsak). Hem zaten bu tür alanlarda çalışmanın ahlakı da güzelleştirdiğini düşünenlerdenseniz şöyle bir sonuç ortaya çıkacaktır: Gençliğin ahlaken yozlaşmasının da sebeplerinden birisi budur.
Bilgiye (ya da bilime) ve sanata karşı yozlaşmayı daha sonra 2 farklı yazımda inceleyeceğim, ilk olarak bunun nedenini daha kapsamlı irdeleyeceğim. Ardından bu durumdan kurtulmanın neden o kadar kolay olmadığını anlatan bir “metafor” örneği kurgulayacağım ve anlatacağım. Dediğim gibi, bu konu bu yazıdaki en mühim konu olmasına rağmen şimdilik bunu kısadan geçelim, daha sonraki zamanlarda zaten üzerinde çalışacağız.
Öğrencilerde Görülen Aşırı Özgüven
Bunu az çok gözlemlemişsinizdir, yeni nesil olarak bizler “aşırı özgüven” sahibi bireyleriz (hatta konuyla alakalı Umut Sarıkaya’nın şu harikulade ve komik karikatürünü incelemenizi öneriyorum, bu kadar güzel özetlenemezdi sanırım). Bu “boş” özgüvenimizin kaynağı eğitim sistemine temellendirilebilir; eğitim sistemi içerisinde pek az emek vererek çok büyük (!) başarılar elde edince ister istemez kendimizi bir şey sanmaya başlıyoruz, maalesef…
Bu başlıklar Say Say Bitmez ki…
Biz en iyisi tüm bu konuyu kısaca özetleyelim:
Eğitim sistemindeki bu “kısır döngü” sayesinde ülke genelinde sanal bir mutluluk hakim; aslında sadece gençler olarak değil, toplum olarak kendimizi bir şey sanıyoruz. Böyle olunca ne bilimde ne sanatta ne de başka bir alanda kalifiyeli insanlar yetiştirmekten uzak, niteliksiz ama daha da kötüsü niteliksizliğin farkında olmayan insanlar yetiştiriyoruz. Üstelik üzülerek söylemek istiyorum ki, muhtemelen yeni gelen nesil eskisini mumla aratacak vaziyette olacaktır…
Peki Ne Yapmalı?
Kim olursak olalım elimizi vicdanımıza koyup bu “kısır döngüye” artık bir dur demeliyiz. Kolaya kaçmaktan ve kısa günü kurtarmaktan ziyade gerçekçi insanlar olmalıyız; gerçekler acı verebilir ancak hala çok büyük değişiklikler ve beraberinde ilerlemeler yapılabilir, bunlar için henüz geç kalınmış değil. Unutmayalım ki, bizler kolaya kaçtıkça en mantıklı işler bile felaketlere yol açabilir. Yazımın başında da belirtmiştim, belki de çok mantıklı bir eğitim politikasıdır bu (burasını hiç tartışmadık fark ettiyseniz), fakat ne kadar mantıklı olursa olsun gördüğünüz gibi bu sistem Türkiye’de fena patlamış durumda.
Umarım dilimin döndüğü kadar biraz da olsa ülkemizde yaşanan bu vahameti anlatabilmiş ve farkındalık yaratabilmişimdir. Tüm bu sıkıntıları düzeltmemiz ve bu alanda güzel günler görmemiz dileğiyle, sağlıcakla kalın.
Paylaş
Yazar hakkında
Yaklaşık 2 senedir Defter Arkası'nda yazılar yazıyorum. Genellikle deneme ve öykü yazarım; fakat ara sıra bilimsel yazılar da yazıyorum. Bir süredir sosyal bilimler üzerine yoğunlaştığımdan dolayı, yazılarım da bu doğrultuda olmaya başladı. Eğitimime Haydarpaşa Lisesi'nde devam ediyorum.
Gayet güzel bir yazı olmuş. Çok fazla ilgilenilmeyen fakat önemli bir konudan bahsetmişsin. Özellikle son kısımda eğitim politikasının mantığını değil, Türkiye deki durumunu eleştirdiğini söyleyip üzerine yöneltilebilecek eleştirilerden de sıyrılmış olman etkileyiciydi. Başarılarının devam etmesini diliyorum.
Çok teşekkür ediyorum Osman 🙂 Evet, maalesef ki bu mesele üzerinde pek ilgilenilmiyor.
Haha sağ olasın; evet gerçekten de o topa girmeyi hiç istemedim, o da başka bir sefere artık 🙂
Herkesin işine geldiği için herkesin kör kesildiği bir sorundan bahsetmişsiniz,tebrik ederim.Keşke haksız not verme sorunu sadece özel okullarla sınırlı kalsa fakat şu an öğrencisi olduğum,ben girdiğim zamanda öğrencilerini %1’lik kesimden seçen bir devlet lisesi bile bu olayı gerçekleştirmekte.Öğrenciler astronomi,uluslararası ilişkiler gibi güya “seçmeli” dersler seçerler ve ders saatlerinde seçtiklerinden bağımsız olarak fizik,kimya,matematik vb dersler görürler.Karnelere ise bu derslerin notu 100 olarak girilir,bu sayede ortalama arttırılır.Hem notlar artar,hem de bizlerin düşünce yapısına”zorunlu seçmeli” gibi çok ilginç bir kavram kazandırılır.Herkes kazançlı!
Değerli yorumların için çok teşekkür ediyorum Enes 🙂
Aynı sistem bizim okulda da uygulanıyor maalesef, çok güzel açıklamışsın.
Evet tam bir kısır döngü; herkes görüyor ve çözülmüyor! Çünkü çözülmek istenmiyor. Yozlaştırmak , bilinçsiz ve donanımsız bireyler yaratmak yönetmeyi kolaylaştırıyor. Sen, ben görüyoruz sistemin iki unsuru olarak! Sistemin tüm unsurları görüyor bence; bir kısmı durumdan memnun bir kısmı mücadele etse de sonuç alamıyor. Öğrenilmiş çaresizlik değil burada söz ettiğim. ülkemizde, bir kararlılığın bir mücadelenin sonuç getirmemesi. Yine de iflah olmaz biçimde mücadele edenler var. En önemlisi sizin gibi gençler var. Ellerine sağlık sevgili Enes
Dilek Baştuğ
Değerli görüşleriniz için teşekkürlerimi sunuyorum Dilek hocam 🙂
Evet, çok güzel değinmişsiniz. Belki de herkes görmesine rağmen görmemezlikten geliyordur, nitekim insan kendini “psikolojik savunma mekanizmalarıyla” gayet de kandırabilir, maalesef…
Sizlere katılıyorum, ülkemizdeki eksikliklere yönelik neredeyse bütün mücadelelerde bu durumu gözlemliyorum, bir tarafta iflah olmaz biçimde mücadele edenler, bir tarafta ise eksikliği hiç ama hiç umursamayanlar…
Ayrıca, beni de o güzel insanların kümesine dahil ettiğiniz için pek bahtiyar oldum; estağfurullah efendim, amacım sadece bu kötü gidişattan insanları haberdar etmek…
Değindiğiniz noktalar çok güzel,en azından özel okullardan rahatsız olan kişinin tek ben olmadığımı da gördüm. Çünkü bunu belirtmeye kalktığımda olumsuz tepkiler çok fazla alıyorum. Fakat bunun dışında eklemem gereken birkaç şey var. “Eğitim” evrimi için,yapması çok zor olan birden fazla şey yapmalıyız. Öncelik; zihniyeti değiştirmekte. Birer kusurdan öte hataları olan ailelerde yetişen çocuklar yanlış algılara sahip oluyorlar. Aslında burada suç bir kısma kadar çocuğun değil -belli bir yaştan sonra suçu üstlenmek zorunda kalıyor elbet- çünkü aileler gerekeni yapmıyor. “Çocuğum ağlıyor,telefon vereyim.” mantığıyla ilerlemek göz göre göre bir çocuğun ilerde teknoloji bağımılığına gitmesine yol açıyor. Şimdi biraz daha konuşacağım,ama bunlar acı. Hatalar görülmeden düzeltilmez… Tekonoloji bağımlılığı yavaş yavaş öldüren ve insanın huyuna işleyen tarzdan bir “yanlış çevre” hatası. Fakat bundan daha büyük ve yavaş yavaş değil,şok etkisiyle öldüren kararlar -çok büyük hatalı kararlar hem de- var. Biz her ne kadar görmezden gelsek de ülkenin bir yerlerinde hala çocuk yaşta evlenenler var. Elinde oyuncağı,kitaba hasret,kucağında da bebek sallayan anneler var. Daha kendine bakmayı yeni öğrenirken bir ailenin bakımını üstlenmek zorunda kalan babalar var. Biz görmezden gelsek de ülkede hala tacize uğrayanlar,cinayete kuban gidenler var. Biz görmezden gelsek de, ülkenin bir yerinde hala -ve gitgide artarak- psikolojik sorunlarını kabul edemeyenler var. (Ki,psikoloji eğitimle en yakın ilişkili kavramdır ve günümüz psikologlarının çoğu sırf para adına çalışıyor.) Daha sayacak çok şey var,ama tek ortak fikir var: değişim,tek alanda olamaz. Bir evrim için tüm alanlar gözden geçirmeli. Kökten değişmeli.
Öncelikle sizlere değerli yorumlarınız için teşekkür ediyorum 🙂
Gerçekten, neredeyse bütün tespitlerinize katılıyorum, harikulade yazmışsınız. Genellikle bir ülkede görülen sorunlar birbirleriyle ilişkili oluyor. Bunun en temel sebebi dediğiniz gibi zihniyet, sonuçta bir ülke içerisindeki yaşayan toplum farklı sorunları yapıyor, özne aynı sayılır. Bu “zihniyeti” tetikleyen bir başka unsur ise insanın davranışlarında ve seçimlerinde yaşadığı çevrenin ve toplumun fevkalade etkili olmasıdır, bence.
Psikologlar ile yaptığınız tespite bir yorum yapamayacağım, benim bu konuda yeterli gözlemim yok maalesef.
Kesinlikle katılıyorum, bazı sorunları çözmek istiyorsak birçok alanda değişimler yapmalıyız. Ancak böylelikle bir eğitim evrimi geçirebiliriz; ya da hayır hayır, daha da hızlandıralım şu işi: Eğitim devrimi!
Çok derin bir mesele eğitim sistemi. Bu yazında da bir ucundan tutmuşsun. “Haksızsın” diyebileceğim pek bir yer bulamadım açıkçası, gayet tabii haklısın. Not ortalamalarına göre kişilik analizi yapılacak bir dönemdeyiz, bu kadar komik geldiğimiz hal. Not ortalaması yüksek olan öğrenci de başka amaç gütmüyor hayatında. Tabii zirvede o(!) Türkiye’ye bu konuda çok büyük farkındalık lazım. Öğrencilerdense velilere lazım… Kendi çocuğu diye onun yüksek notlarıyla övünen, düşük notlarından da utanan veliler doldu etraf. Ben burada ne övünülecek ne de utanılacak bir durum görüyorum. He bir de bu çocukların psikolojisi var ki o konuya hiç girmeyip tek kelimeyle geçiyorum: Berbat. Umarım bir gün bir insanın karakterini notlarıyla ölçecek seviyesizlikten kurtuluruz ve umarım bir gün anlarız ki kimsenin başarısını ve kişiliğini eleştirmek bizim haddimiz değil!
Çok kritik noktalara dokunmuşsun yazında. Tebrik ederim 🙂
İnsanları bir şekilde ölçmek ve değerlendirmek gerek tabii ki ancak bu işin ucu kaçınca çok tatsız manzaralar görülebiliyor. Velilerle ilgili tespitine ayrı bir hak verdim, gerçekten de günümüz velilerinde hep böyle çocuğunu bir üstün zekalı görme eğilimi var gibi 🙂 Onlara göre çocukları hiç hata yapamaz; hatta çoğunlukla veli-öğretmen tartışmaları da bu sebepten çıkıyor bana kalırsa.
Çok teşekkür ediyorum 🙂
Hayat başarısı ile eğitim seviyesinin farklı kavramlar olduğunu yaşadıkça anlayan bir birey olarak yazını değerlendirdim
Çocuklar calismazsa özel okulda da kalabiliyorlarmis.buna da rastladım.
Seninongorulubir genç olduğunu düşünüyorum
Bahtiyar ettiniz beni, çok teşekkür ediyorum hanımefendi 🙂
Yazar abimize ve size selamlar, sevgiler 🙂
“Sanal mutluluk” tam da benim düşündüğüm kavramdı. Türkiye’den uzak kaldıkça, uzun aralardan sonra ülkeye geri döndüğümde genelde gözlemlediğim. Maalesef bu durum ülkemizdeki genç nüfusun nicelikte değil belki ama nitelikte uluslararası standartların altına düşmesine sebep oluyor. İşim gereği yurtdışına okumaya giden öğrencilerde sık gördüğüm bir problem bu. Çok doğru bir bakış açısı ile yazılmış bir yazı. Başarılarının devamını dilerim.
Değerli görüşleriniz ve yorumlarınız için çok teşekkür ediyorum Selva Hanım; aynı soruna uluslararası perspektiften bakmak, ülkemizdeki gençleri uluslararası standartlarda değelendirmek hem benim için hem de okuyucular için ufuk açıcı bir bakış açısı oldu diye düşünüyorum 🙂
Türkiye’nin eğitim sistemi, bir öğrencinin gözünden… Sağlam bir yazı olmuş, dilerim ki eğitim sistemimiz bir an önce iyileşir ama şahsen ben bu halde olmamızı politik etmenlere bağlıyorum. Ne de olsa aydınların aydınlatamadığı halkı soytarılar aldatır.
Eğitim sisteminin niteliği siyaset dünyasından bağımsız olarak pek çok etmene bağlıdır; fakat bu işi ülke geneline yaydığımız zaman görmekteyiz ki, neredeyse her zaman için işin neticeleri siyasal nedenlere bağlanıyor. Eh, böyle bir durumda da eğitim sisteminin niteliğini politik etmenlere bağlamamız gayet doğal; sana katılıyorum 🙂 Ve ayrıca, yorumların için de çok teşekkür ediyorum Sude 🙂
Bahçeyi meyvesiyle, tarlayı ekiniyle ölçerler bizim topraklarımızda. Okullarda ne ekiyoruz, ne biçelim sorusunun yanıtı yok. Zira eğitimle ilgili “sistem” denilebilecek bir şeyin varlığından söz etmek güç. Belki öğretim hedeflerinin ölçülmesine yarıyordur bu bahsettiğin puanlar. Çocuktan adam, beşerden insan çıkaran eğitim artık göz ardı edilmiş durumda olsa da bulutlu bir gecede görünen tek tük yıldızlar gibi az sayıda ancak pek kıymetli öğretmenlerimiz ve öğrencilerimiz var. Bu sistematik rezillik içinde dahi kendilerini muhafaza etmekteler. Onlardan biri olarak sizleri görmek bizim umudumuzu artırıyor yarına.