
Görüş Bildirmemek Üzerine
- Enes Kerim Şafak
- gönderildi Yaşam
- 25
“X Gündemi hakkında ne düşünüyorsun?”, “Falanca kişi filan konu hakkında bu açıklamayı yaptı, görüşün nedir?”, “Robot teknolojisinde artık yeni bir aşamaya geçildi, sence bu durum geleceğimizi tehdit ediyor mu?”, “Sence de bu insan çok yanlış/doğru konuşmuyor mu?” ve aynı minvalde daha birçok soru, günlük hayatımızda bizlere yöneltiliyor hep. Ancak bir saniye, gerçekten bu soruların hepsine cevap vermemiz gerekiyor mu?
Bana kalırsa, görüş bildirmemek de en büyük haklarımızdan birisidir. Şimdi arkamıza yaslanıp düşünelim, bu güne kadar üzerinde görüş bildirdiğimiz hususların acaba kaçında doğru bir çıkarım yaptık, bir söz söyledik? Her konuda görüş bildirme çabamız da nereden geliyor böyle, bizler sahiden o kadar bilgili insanlar mıyız?
Bence, hepimizin (haddimi aştığımın farkındayım) “çoğu” konuda görüş bildirmemesi gerekir. Eğer bildireceksek de, bana göre, uyulması gereken fevkalade önemli iki ilke vardır:
- Görüş bildireceğimiz konuda fikir ve bilgi sahibi olmamız gerekir.
- Fikir ve bilgi sahibi olmasak dahi, başka örnekler ve olgular üzerinden “mantıklı” analojiler üreterek görüş bildirmemiz gerekir (ancak unutulmamalıdır ki, ilk ilkeye uyduğumuz takdirde -zannımca- çoğu zaman çok daha isabetli görüşler bildirebiliriz).
İlk ilkeyi örneklemeye lüzum yok, isterseniz direkt ikincisi üzerine bir örnek verelim:
— Gliese 273b gezegeni güneş sistemimizin dışında olan bir gezegen, sence bu gezegen de -tıpkı güneş sistemimizdekiler gibi- küresel midir?
— Tam olarak o gezegen hakkında bir fikrim olmasa da akıl yürütebileceğimi düşünüyorum. Biliriz ki, gezegenler kütleçekim kuvvetinden ötürü zaman geçtikçe küreselleşirler (çünkü, geometrik olarak -3 boyutlu bir evrende- bir noktaya eşit uzaklıkta olan tüm noktaların birleşim kümesine “küre” denir). Ancak gezegenler uzayda hareket ettiklerinden ve döndüklerinden dolayı merkezkaç kuvveti de oluşur; bu sebepten dolayıdır ki, gezegenler hiçbir zaman nizami bir küre değildir. Dolayısıyla rahatlıkla söyleyebilirim ki, Gliese 273b gezegenin de küresele yakın bir şekli vardır.
Hangi konuda görüş bildiriyorsak bildirelim, bana kalırsa, görüşlerimizin uyması gereken üst bir prensip de bulunmalıdır; görüşümüz her zaman için değişebilir, sabit değildir. Zaten görüşlerimiz söz konusu olduğunda “hepimizin” yaptığı yegâne hata budur belki de, özgüvenimizin çok yüksek olması. Bu kavram psikoloji literatürüne “Dunning-Kruger Effect” olarak geçmiştir hatta.
Grafikte de gördüğünüz gibi, bir konu hakkında yetkinliğimiz çok az iken özgüvenimiz tepe noktasındadır; her şeyi bildiğimizi sanırız. Yetkinliğimiz (bilgimiz) arttıkça durumun aslında o kadar kolay olmadığını anlarız ve kendimize olan güvenimiz azalır; bir süre sonra ise gerçekten uzmanlaşmaya başlarız ve özgüvenimiz tekrardan yükselir (baştaki kadar olmasa da).
Not: Esasen bu temsili bir grafiktir, bu grafiğin David Dunning ile Justin Kruger’in çalışmalarıyla alakası yoktur. Grafik görüntüsü ise şu siteden alınmıştır.
Peki bu görüş bildirme hastalığımızın kaynağı nedir?
Bana kalırsa sosyal medyadır. Bilirsiniz, sosyal medyadan her saniye gelen bir “bilgi bombardımanı” vardır; bu bilgilerden bazıları elbette ki yanlıştır. Ancak ne yazık ki bizler bu bilgileri genellikle tahlil etmeden (çünkü tahlil etmek süreci yavaşlatır, zorlaştırır) alırız ve o konu hakkında hemen görüş sahibi oluruz. Bütün bilgileri tahlil etmek çok da mantıklı bir çözüm olmayacağına göre, gelen bilgi akışını kısmamız gerekir ki bunun tek yolu -bana göre- sosyal medyayı daha az kullanmaktır. Bilgi akışını kısmadan da bilgi kaynaklarını ve bilgileri tahlil edip düzenleyebiliriz elbette. Herhalde en iyi yöntem ikisinin karışımı, oranlarını belirlemek size kalmış.
Bazı insanlar ise görüş bildirmemek hakkına sığınarak bazı sorulardan “kaçabilirler”, bu kısma da değinmek isterim. Nitekim, öyle sorular da vardır ki, neredeyse bütün hayatı kapsar! Bence bu sorularda istisnasız hepimizin bir görüşü olması gerekir. Tespit ettiğim bu sorulardan bazılarını iletmek isterim:
Neden var olduk?
Etik felsefemizi hangi temellere oturtmalıyız?
Ölüm bir son mudur?
Bu sorulara vereceğimiz yanıtın doğruluğu yahut yanlışlığı da elbette çok önemlidir ama, bir o kadar önemli bir şey varsa o da “cevap” vermemizdir, görüş bildirmemizdir. Çünkü bu konular hakkında görüş bildirmediğimiz takdirde hayatımız anlamsızlaşır, başıboş bir hâlde adeta bir yaprak gibi hayatın akışında oradan oraya uçuşuruz.
Peki ya gündem hakkında görüş bildirmemiz gerekir mi?
Bilemiyorum; zannımca bu sorunun cevabı hayata hangi perspektiften baktığımızda gizlidir: Bireyselci ya da Toplumsalcı.
Bu yazımın neredeyse tamamı naçizane öznel “görüşlerimden” (umarım kendimle çelişmemişimdir) ibaret. Katılmıyorsanız lütfen nedenleriyle beraber yorumlarda belirtiniz, çok bahtiyar olurum.
Görüşlerimizde daha dikkatli ve esnek olmamız dileğiyle, sağlıcakla kalın.
Paylaş
Yazar hakkında
Yaklaşık 2 senedir Defter Arkası'nda yazılar yazıyorum. Genellikle deneme ve öykü yazarım; fakat ara sıra bilimsel yazılar da yazıyorum. Bir süredir sosyal bilimler üzerine yoğunlaştığımdan dolayı, yazılarım da bu doğrultuda olmaya başladı. Eğitimime Haydarpaşa Lisesi'nde devam ediyorum.
İyi bilmediğimi bildiğim konularda görüş bildirmekten kaçınmışımdır. Eğer bir konuda kitap veya başka bir yoldan bir bilgi edinmişsem de kaynağımla sınırlandırmaya özen göstermişimdir. Sosyal medyanın insanları cesurca yorum yapmaya teşvik ettiği doğru, bilgi kirliliğine yol açtığı ta çok açık.
Bu yazı tamamen özel görüşlerden oluştuğu için biraz da önceki yazılara bir fon oluşturmuş. Bu sebeple özellikle hem sempatik geldi, hem ilgimi çekti. Başarılı yazılarınızı bekliyoruz.
Değerli yorumlarınız çok teşekkür ederim Selva Hanım, keşke herkes sizler gibi olsa! Öznel yazılar artık daha çok gelecek gibi; zaman gösterecek 🙂
Bir kriter de konunun ne olduğudur. Kimi zaman fikir beyan etmek işinize gelmez. Ortada çok açık bir yanlışınız vardır, fikir beyan etmezsiniz. Politikacılar kullanırlar bunu ?.
3-4 haftaya Machiavelli’nin Prens’i ile Nizamülmülk’ün Siyasetname’sini batı-doğu bakış açısından tahlil eden bir yazı yazacağım, o yazıda da bahsedeceğim bundan Uğur: Faydacı anlayış.
Evet, tam da dediğin gibi, politikacılar kullanır bunu :D.
Yazılarının dozunu ayarlama işini gerçekten çok iyi başardığını söylemem lazım. Bu konuda gerçekten çok başarılısın. Konu tamamen senin öznel görüşlerinden ibaret olsaydı sıkıcılaşabilirdi ama sen işin için Dunning- Kruger Effect’i de katarak “Bir bildiğim var ” diyorsun ve doğru tespitlerinle ortaya gerçekten mükemmel bir iş çıkarıyorsun.
Kalemine sağlık,
Saygılarımla…
Çok teşekkür ediyorum Sude, eğer gerçekten iltifatlarına layık bir yazı yazmış isem ne mutlu bana!
Estağfurullah. Düşündüğüm şeyleri başka insanlar halihazırda düşünmüş iseler ve ben de bunu biliyor isem, onlardan bahsetmem gerekir 🙂 Bu sebepten ötürü Dunning-Kruger Effect’ten bahsetme gereği duydum, ancak yine de tespitine katılıyorum (hakikaten de harika bir noktaya değinmişsin), yazım sadece öznel görüşlerimden ibaret olsa (görüşlerimi harikulade temellendirmiş olduğumu varsayarsak bile) şimdikisi kadar etkili olmayabilirdi 🙂
Yazılarımı okuyup defaatle yorumlaman beni çok mutlu ediyor, bunun için ayrıca teşekkürlerimi sunuyorum. Sonraki yazılarda görüşmek dileğiyle, sevgi ve saygılarımla…
Bu bizim insanımıza özgü birşey midir sadece bilemiyorum ama gerçekten fikrimiz ,bilgimiz var ya da yok her soruya cevap verme gereği hissediyoruz.En basiti yol soran birine,yolu bilmiyorsak bile muhakkak bir tarif çabamız var.Nedendir???Psikolojik etkenlerinin büyük olduğunu düşünüyorum.Bir “benlik”ispatlama çabası sanırım.Ama bu bilgi kirliliği tehlikeli diye düşünüyorum.Kalemine sağlık.Guzel bir konuyu ele almışsın.
Öncelikle değerli yorumlarınız için çok teşekkür ediyorum Saadet Hanım. 🙂
Başka milletlerin insanlarını bilemeyeceğim ama benim gözlemlediğime göre bizim toplumumuzda bayağı yaygın maalesef.
Ben de sorunun psikolojik temelli olduğunu düşünüyorum; tam da dediğiniz gibi acziyetimizi bastırmak için bir şeyleri “ispatlamaya” çalışıyor olabiliriz. Tabii ki toplumsal değer yargıları ve algısı gibi etmenler de etkili olabilir.
Sevgi ve saygılarımla…
Bize öğretilegelen ve dinimizce de övülen kadim tavsiye der ki “Ya hayır söyleyin ya da susun.” Yazınızı okurken bu cümlenin sesi kulaklarımda tekrar çınladı. Bu minvalde teşekkür ederim.
İçinden geçtiğimiz çağ, söz söylemenin gün be gün kolaylaştığı (sosyal/yazılı/görsel medyanın sağladığı umumi ses çıkarma imkanı kimliksiz/şartsız/tereddütsüz herkese sağlanmakta) ancak ağızlardan çıkan söze manaya ulaşma kaygısının yüklenmediği bir çağ. Kafa travması ya da inme (beyni besleyen damarlarda tıkanıklık gelişmesine bağlı nörolojik hasar, felç) geçiren bireylerde afazi dediğimiz bir klinik oluşur. Toplumsal olarak bir afazinin içindeyiz ne yazık ki. Travmalarımızın, bizi felç eden olayların şifasını nerede aramak gerek sizce Enes?
Altın olan sükûtun değerini hissettiren yazınız için teşekkürler.
Selamlar…
Güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim; yazımın sizde ihtiva ettiği anlam, duygu ve sözleri okuyunca çok mutlu oldum, çok…
Dediklerinize kesinlikle katılıyorum!
Ben bu sorunuzun mercisi değilim elbette; ancak madem ki lütfettiniz, naçizane düşüncelerimi paylaşmak isterim:
Bana kalırsa bunun şifayı (eğer sorunuzu anladıysam) 3 şekilde bulmaya çalışabiliriz…
Genel itibariyle bir toplumun “şifayı bulabilmesi” için ahlak şarttır, diye düşünüyorum. Toplumdan önce: Bir birey neden ahlaklı olur? Eh, çünkü “ahlak”ı umursuyordur ve ahlakla ilgili bir “derdi” vardır adeta. Peki bu neden böyledir? Burada ben gördüğüm cevapları “genel itibariyle” şöyle açıklıyordum (vakti zamanında bu soruyu kendime sorup düşünmüştüm çünkü): 1-) Ahlaklı olur, çünkü Allah (Tanrı da denilebilir, başka dinlerdeki insanları da katalım) korkusu vardır. 2-) Ahlaklı olur, çünkü vicdana ve akla önem veriyordur. Bir şey aklımıza yatmadığı zaman ya da içimize sinmediğinde o işi yapmayız; bu genel olarak böyledir. 3-) Ahlaklı olur çünkü “yaptırım gücü” vardır. Bunu çok fazla açabiliriz: Pekala bir kişi, hırsız olsa dahi kamerayla çekilen bir yerde hırsızlık yapmayacaktır; yahut toplum içindeki itibarımızın zedelenmemesi için çalmayız: Bu sebepten (ve genel itibariyle “yapabilirlik gücü” sebebinden dolayı) bir evin içine zorla girmeyiz ama sınavda kopya çekebiliriz (lise sisteminden bahsediyorum); halbuki ikisinin de mantığı aynıdır. 4-) Ahlaklı olur, çünkü… Çünküsü yok; ahlak güzeldir ve iyidir de ondan (Aslında 2. maddeyle çok benzer. Tıpkı 1. maddenin bir kısmını 3. maddenin de kapsaması gibi)!
Eh, bunların hangisi yahut hangileri her an hayatımızda devam edebilir, hangileri birileri bizi gözetlemezken bile vuku bulur? Sanıyorum ki bu sorunun ve sizin sorunuzun cevabı aynı kapıya çıkıyor 🙂 Tabii dediğim gibi, yanlış anlamadıysam.
Tekrardan teşekkürlerimi sunuyor, iyi günler diliyorum.