
Sarmaşık Gülleri
- Muhammet Yusuf Yazıcı
- gönderildi ÖyküSanat
- 11
Serin bir yaz sabahıydı. Beyza çantasını toplamış, küçük ama şirin evinin merdivenlerinden inerek çiçeklerle kaplı ön bahçeye çıkmıştı. Özenle baktığı sarmaşık güllerinin narin taç yaprakları arasından parmaklarını usulca geçirdi ve burnuna götürdü. Derin bir nefes alarak gülün sarhoş eden kokusunu içine çekti. Bu sarhoşluk, başlarda isteyerek girdiği ama sonraları korkunç bir kâbusa dönüşen işiyle başa çıkması için gerekliydi. Gerçekten bir insan severek başladığı bir şeyi nefret ederek devam ettirebilir mi diye düşündü. Sonra çocukluğunu hatırladı. Annesi yanındayken ne kadar mutluydu. İçinde bulunduğu bahçe çocukken onun için sadece bir oyun alanıydı, şimdi ise bütün dünyası olmuştu. İnsan annesiz büyüyemiyor diye düşündü. Aynı usullukla onu bütün kaygılarından uzaklaştıran gülü bıraktı ve sanki bir daha asla bulamayacağı bir eşyasını kaybetmiş gibi iç geçirdi. Sarmaşık gülleriyle kaplı bahçe kapısına doğru yürüdü. Hemen hemen her gün yaptığı gibi istemeyerek kapıyı açtı, onu, belki de bu dünyada gitmek istediği son yer olan, işine götürecek sokağa doğru bir adım attı.
Sarmaşık güllerinin Beyza için çok ayrı bir yeri vardı. Annesi öldükten sonra kendini bu işe vermişti, hatta adamıştı. Güllere bakıp onları kokladıkça, annesi olmadan nasıl dönebildiğine hala şaştığı dünyanın dert ve tasasından sıyrıldığını hissediyor, evrende tek başına kaygısız ve mutlu halde yüzdüğünü hayal ediyordu. Bir yandan da sarmaşık güllerine özeniyor, onlar gibi hayatın ve gerçeklerin boğucu kuşatmasına rağmen ufak bir andan yararlanarak özgürce çiçek açmak, kasvetli ve karamsar sarmaşıkları umut ve sevgi ile kaplamak istiyordu.
Evi ile işi arasındaki yol, hiç bitmeyen, sonu olmayan bir koridor gibi uzuyor, uzuyor ve uzuyordu. Adımları sanki kendi kudreti aksine geriye doğru gidiyor, yol bir türlü bitmiyordu. Yüzü asık, omuzları düşük yoluna devam ederken bir adamın ona doğru olağanca gücüyle koştuğunu gördü. Olduğu yerde donup kalmıştı. Onu tanıdığı için mi koşuyor, yoksa ona zarar mı verecek bilmiyordu. Aralarındaki mesafe her bir adımla daha da kısalıyor, Beyza her bir adımla olduğu yere daha da çakılıyordu. Bir öncekinden hiç de farklı geçmeyen günleri yılları bulduğundan, bu olağandışı duruma refleks bile gösteremiyor, sadece duruyordu. Kollarını mı açmalıydı yoksa kaçmalı mı, bilemiyordu. Zaten sabahtan beri allak bullak olan zihni daha fazla dayanamamış olacak ki bayıldı. Hâlbuki gerçeklerle olacak çarpışmaya çok az kalmıştı.
Derin bir baş ağrısıyla doğruldu. Tamamen yabancı bir yerdeydi. Gözleri, odayı kuşku ile tararken ağaç duvardaki tabloya takıldı. Hayatında ilk defa gördüğü bu tablo ona oldukça tanıdık geliyordu. Ayağa kalktı ve ahşap döşemeli, küçükçe odanın içinde duvarda asılı duran tabloya doğru yürüdü. Sanki sıra dışı bir dizi olayın ortasında olduğunu unutmuştu. Tablo, sarmaşık gülleriyle kaplı bir geçidi resmediyordu. Geçidin girişi karanlık iken çıkışı sanki karanlığa inat aydınlıktı. Resme ne kadar uzun bakarsanız sanki aydınlık olan taraf daha da büyüyor, geçidin girişine kadar genişliyordu. Asıl ilgisini sarmaşık gülleri çekmişti. Karanlık tarafta kalanlar diğer taraftakilere göre daha canlıydılar.
Kapının açılmasıyla irkildi ve kendisini hemen arkasındaki duvara doğru sürükledi. Tabloya birikmiş olan bütün merakı birden dağılmış, kendine gelmişti. Yabancı bir evde, nasıl bu kadar temkinsiz hareket ettiğini fark edince elinde olmadan kızardı. Sahi, neredeydi? Kapının aralığından bir karartı gördü. ‘Neredeyim ben? Sen kimsin?’ diye bağırdı. İçinden karartıya sövmek geliyordu ama yapamadı. İhtiyar adam, aralık olan kapıyı ardına kadar açtı ve içeri girdi. Gelişi hem çok yalın hem de bir o kadar kudretliydi. Sanki yürümüyor, süzülüyordu. Ama bunu öyle mütevazı yapıyordu ki, uzaktan gören onu bir dilenci sanırdı.
Beyza, ihtiyar adama büyülenmiş gibi bakıyordu. Nasıl olurda bir insan iki zıt duyguya, iki zıt renge birden sahip olabilirdi. Hayır, bu imkânsızdı. Bu ihtiyar yalan söylüyordu. Bir ermiş, ya da bir veli olamazdı. Olsa olsa bir ucube, bir sihirbaz olmalıydı. Aksi düşünülemezdi. Gerçekler, dünyaya kalın iplerle bağlıdır, insanlar ise gerçeklere sımsıkı tutturulmuş kuklalardır. Gerçeklerin yönettiği, yalan ve riya şovunun birer parçasıdırlar sadece. İnsanların olduğu her yerde oynayan bu şov son gösterim tarihi olmayan tek oyun olmalı. Düşünceler bir şimşek gibi kafasında çakıyordu. Asla sahip olmadığı şeyler adına konuşmazdı. Mesela ermişlik. Ama bu gördüğü manzara onu dehşete düşürmüştü. Hâlbuki adam sadece kapıdan içeriye girmişti. Sıra dışı yaptığı hiçbir şey yoktu.
İhtiyar adam odanın içerisinde ağır ağır ilerlerdi. Duvardaki tablonun önüne gelince durdu. Uzun uzun tabloya baktı. Zaman ikisi içinde sadece akmıyor aynı zamanda susatıyordu. Biri bilgiye susarken diğeri ise sessizliğe susuyordu. Beyza gözlerini bir an bile ihtiyar adamın üzerinden ayırmadan onu seyrediyordu. Adam ise sadece tabloya odaklanmıştı. Belki saatler böyle geçtikten sonra sessizlik adamın bir sözüyle bozuldu. ‘Sarmaşık gülleri, bu dünyadaki en saçma şeylerdir.’
Adam gerçekten bunu söylemişti. Saatlerdir beklediği söz, bu saçmalıktı. Nasıl bu kadar aptal olabilirdi? İhtiyarın bir sahtekâr olduğunu biliyordu. Neden saatlerdir, onun bu saçmalığı söylemesini beklemişti? Ufacık bir umutla aydınlanmanın kudretini görmek isterken, bu saçma sözleri duyunca afallamış, kendini aptal gibi hissetmişti. Genç bir kızın tek umuduyla alay eden bu adam da kimdi? Bunu yapmaya hakkı var mıydı? Sinirle kapıya koştu. Arkasına bakmadan kaçmak istiyordu. Hayal kırıklığı ile evden dışarı fırladı. İhtiyar adam arkasından bağırıyordu, ‘Güller, arayan ruhların ilacıdır.’ Duymazlıktan geldi ve koşmaya devam etti.
Gün ağarıyordu. Güneş tepelerin üzerinden doğuyor, uçsuz bucaksız çiçek tarlalarını aydınlatıyordu. Beyza ise koşuyor, koşuyor ve koşuyordu. Sanki dünya üzerinde gidecek başka yeri kalmamış gibi koşuyordu. Nereye gitse, oraya asla ait olamayacakmış gibi koşuyordu. Reddedilmenin çıplak bırakan burukluğu ile koşuyordu. Sürekli aitlik hissini arayan bir yetim gibiydi. Nereye gitse horlanıyor, kovuluyordu. Etrafta kimse olmamasına rağmen, sanki dışlanmıştı. Bu içini eriten dışlanmışlık duygusu, hayal kırıklığına karışıyor, midesini bulandırıyordu. Artık dizleri koşmaktan mecalsiz kalmıştı. Kendini yere bıraktı ve ağlamaya başladı. Her akşam usulca döktüğü gözyaşları şimdi, birikmiş bir yağmur bulutundan boşanıyor gibi akıyordu. Güneş henüz ısıtmasa da yükselmişti. Doğumunu tamamlamış merakla Beyza’yı seyrediyordu.
Dizlerinin üstünde doğruldu ve kollarını gökyüzüne açtı. Biraz hüzün, biraz da sitemle bağırdı, ‘Neden?’. ‘Neden, değer verdiğim her şey yalanlanabilir? Neden annemi hiç tanımadım? Neden yaşlanmaktan korkmuyorum? Allah, sarmaşık güllerini niçin yaratmış? Aslında ihtiyar haklı. Sarmaşık gülleri bu dünyadaki en saçma şey. Çünkü yaşamayı tadan hiçbir insan ölmeyi istemez. Çünkü hiç kimse hakiki özgürlük için hayatından vazgeçmez. Sarmaşığa alışan hiç kimse gülleri görmez.’ Boğazının acıdığını hissetti. Hafifçe yutkundu. Ve gülmeye başladı. Sanki yıllardır aradığı şeyi cebinde bulmuş gibiydi. Kendi bir ahmak gibi hissediyor ama sonunda aradığını bulduğu için sevincini yaşamak istiyordu. Gerçeklerin de insanlar gibi kararsız olabileceğini fark etmişti. Hayat ve ölüm gibi kararsız. Hakikat hiçbir zaman çoğul olamaz, diye haykırdı gökyüzüne. ‘O zaman ömrümüzü tüketen soruları kime soruyoruz? Tek bir hakikat, bize yanıt verebilir mi? Belki de insanların sorunu budur. Güvensizlik.’ dedi usulca ardından.
Gözlerinden yaşlar akmaya devam ediyordu. Belki bir tufanın ardından yağan yaz yağmuru gibiydi. Sırtını toprağa bıraktı. Çiçek tarlasındaki güller, rüzgârla dans ediyor, güneş yavaş yavaş ısıtmaya başlıyordu. Hayatında ilk kez kendinde hissetti. Ve gözlerinden akan son yaş toprağa düşünce anladı, gerçek aranmakla bulunmaz. Bütün sahip olduklarımız gerçeğin bir yansıması. Ve gül gerçeği arayanların ilacı.
Paylaş
Yazar hakkında
Ergün Öner Mehmet Öner Anadolu Lisesi, 11. sınıf öğrencisiyim. Edebiyat ve felsefe ile ilgileniyorum. En büyük hedefim iyi bir insan olmak.
Kardeş sen lütfen yazma pls…
Olsun, seni de seviyorum.