Yaşam bir yanılgıdan mı ibaretti yoksa çok daha fazlası olabilir miydi?
Aynadaki yansımam soruya cevap veremeyeceğini belli eder gibiydi, bomboştu. İçinde görebildiğim hiçbir şey yoktu: bedenim tek bir kelimeye bile ev sahipliği yapmıyor, hiçbir nota barındırmıyor, fırça darbelerine maruz kalmıyor ve bir balerinin ritmini hissetmiyordu. Bedenim, huzursuzluğun vurgusu gibiydi.
En son ne zaman gerçekten huzurlu olduğumu düşündüğümde aklıma hep o zamanlar geliyordu.
Bir zamanlar o piyanoya dokunan parmaklarla başlardı dansım, gökyüzü turuncuya boyanırken değerdi çıplak ayaklarım soğuk zemine. Bir çırpıda çıkartırdım tokamı, saçlarım omuzlarıma bir anda dökülürdü ve rüzgardan uçuşurdu. Soğuğun etkisiyle titreyen bedenim bu ürkmüşlüğümü ruhuma da yansıtırdı ve o titreme en derinlerimde hissedilirdi benliğimce. Ardından dudaklarında kocaman bir gülümsemeyle basardı tuşlara, dağıtırdı melodiyi. Ayaklarım yanana, saçlarım yüzümü örtene ve hava kararana dek dans ederdim. Orası benim sonsuzluğum olurdu. Orası zihnimin bomboş kaldığı tek dünyaydı. Büyük babamın melodilerini özlemiştim. Onun piyanoyu çalmasını ve benim hiç düşünmeden dans etmemi.
“Bomboşum, ” diye fısıldadım karanlığın içinden. Bakışlarını bana çevirdiğinde gözlerinde parlayan duygu, acıydı. Olmaması gereken tek duygu gözlerinin içinde öylesine belirgindi ki, gözlerini kapatmasını istedim. Benim hissedemediğim duyguları benim yerime o hissediyor, ait olamadığımız gerçekliği o yaşıyor gibiydi. Ama ben gerçekliği en güzel duygularıyla yaşamasını dilerken o, en derin, en korkunç duygularla hissediyordu. “Ve sen benim aksime her şeyi hissediyorsun. Ruhumun reddettiği her duygu sende patlıyor. Her sessizliğim sende çığlık atıyor. Bundan utanç duyuyorum, yapma. ”
Cevap vermedi.
“Ben çığlık atarken de susma! ”
Cevap vermedi.
Ve bir çığlık yankılandı odada. Dudaklarımın nasıl aralandığını, zihnimdeki gürültünün nasıl somutlaştığını bilmiyordum. Bir anda o gürültü çekilemez bir hale gelmişti, o boşluk beni çıldırtmıştı. Hemen sonra kendimi kontrol edemez olmuştum ve tüm duygularımı bir çığlıkta toplamakta bulmuştum kaçışı.
Sertçe yumduğum gözlerimi açtığımda omuzlarımda hissettiğim el, korkuyla arkama dönmeme sebep oldu. Aynadaki yansımama o da girmişti, hemen arkamda aynaya bakıyordu. Yorgun, belki biraz da çaresiz bir halde arkamda duruyordu. Yine de güzeldi. Hissettiği duygularla, tüm duygularla güzeldi. Bu adam hisleri, duyguları sırtlarken, zamanı avuçlarına dolarken güzeldi.
“Susma, lütfen!” Yansımasına bakarak yutkundum ve bana bir cevap vermesini diledim.
“Ne söylemem gerektiğini bilmiyorum. ” Bunu itiraf etmesi beni biraz da olsa kendime getirdi. Ona öfkelenmem saçmaydı. Her zaman yanımda olan bu adama karşı değildi öfkem. Ama öfkemi, acımı ona hissettiriyordum. Bencilceydi. Dahası, yanlıştı. “Hem ben senin gibi çığlıklar da atamam. Sadece dinlerim işte. Böyle. ”
“Sanırım ruhum bomboş değil. Biraz önce ruhumun bomboş olduğunu düşünüyordum ancak sen her konuştuğunda bedenime fısıldayan bir şeyler var…sanırım hala yaşıyorum, hala hissedebiliyorum. ” Başımı geriye doğru attığımda ellerini saçlarımın arasından geçirdi ve karmakarışık hale gelen saçlarımı düzeltmeye başladı. Saçlarımın arasında hissettiğim ellerle sakinleşiyordum.
“Çok mu kararsızım yoksa… ” İç geçirdim. Tek sormak istediğim bu değildi ama cevabını almaya hazır olduğum soru buydu.” Ne bileyim işte. Çok mu huysuzum? Çok mu huzursuz?” Ondan gelecek bir cevaba ihtiyacım vardı. Sessizliği boğucuyken, kelimeleri kurtarıcıydı.
“Sadece ruhun saklambaç oynamayı çok seviyor ve saklandığı yerlerden kolay kolay çıkmıyor. Sen de kendi gücünü hissedemediğinde çevrene patlıyorsun. Halbuki yaşadığın her şeyi atlatabilecek güçtesin. Emin ol bunları da atlatacaksın.” Aynaya döndüğümde bana gülümsüyordu.
“Gitmeyeceksin, değil mi? ” Kaybettiğim çok şey varken daha fazlasından kopmaya hazır değildim.
“Gitmeyeceğim. ” Soğuk elleri omuzlarımın üzerinden köprücük kemiklerime kadar kaydı. Ellerimi onun ellerinin üzerine koyduğumda bir an, kaybettiğim her şeyi unuttum. Büyük babam bir daha bana piyano çalabilecekmiş gibi bile hissettim.
Tek bir kelimeyle dünyamın bu kadar canlanması ne kadar doğruydu bilmiyordum ama buna engel olmak istemiyordum. Bu beni ayakta tutuyordu. Söylediği her bir kelime, adlandıramayacağım birçok duygu yaratıyordu bende.
Her kelime bir his demek değil miydi zaten onun dünyasında?